12 Ayda Sürdürülebilirlik
Sürdürülebilirlik 'gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneğinden ödün vermeden bugünün ihtiyaçlarını karşılamak' olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımın kökeni 1987 yılına dayanmaktadır. Birleşmiş Milletler Brundtland Komisyonu, kalkınma ve çevreyi birleştiren bir strateji çağrısında bulunan Brundtland raporunda bu özel tanımı ortaya koydu. Yıllar içerisinde alternatif tanımlar ortaya çıksa da bu açıklama hala yaygın olarak kullanılmaktadır.[1] Üretimin ve çeşitliliğin sürekliliğini sağlarken insanlığın yaşamını kalıcı kılmak da sürdürülebilirliğin bir diğer tanımıdır. Sürdürülebilirlikte ortak amaç gelecek nesillere ekolojik, ekonomik ve sosyal açıdan sürdürülebilir, yaşanabilir bir dünya bırakmaktır.[2]
Sürdürülebilir kalkınma, ekonomik kalkınma ile birlikte çevresel kaygıları da dikkate alan entegre bir yaklaşımdır. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, dünya çapında insanların yaşamlarını iyileştirmek ve iklim üzerinde insan faaliyetlerinden kaynaklanan olumsuz etkileri azaltmak için bir çerçeve oluşturmaktadır.[1]
2015 yılında tüm Birleşmiş Milletler Üye Devletleri tarafından kabul edilen 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi (Agenda for Sustainable Development) şimdi ve gelecekte barış ve refah için ortak bir plan sunmaktadır. Gündemin merkezinde, gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkeler tarafından küresel bir ortaklık içinde acil eylem çağrısı olan 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi yer almaktadır.[2] Kalkınma hedefleri “Yoksulluğa Son”, “Nitelikli Eğitim”, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”, “İklim Eylemi” gibi çeşitli konu başlıklarından oluşmaktadır.
Sürdürülebilirliğin üç ayağı sürdürülebilir kalkınmayı tanımlamak için kullanılan popüler çerçevelerden bir diğeridir. Buna göre sürdürülebilir kalkınmanın temelinde çevresel, sosyal ve ekonomik sürdürülebilirlik bulunmaktadır.[3]
Sürdürülebilirlik ile ilgili konular bütün şirketlerin iş yapış şekillerini etkilemektedir. Son yıllarda bu etki giderek artış göstermektedir. Her geçen gün daha fazla şirket ve yönetici, sürdürülebilirliği önemli iş riskleri ve fırsatları içeren stratejik bir öncelik olarak kabul etmektedir.
Sürdürülebilirliğin şirketin strateji belirleme sürecine dahil edilmesi, sürdürülebilirliğin etkin yönetimi için bir önkoşul olarak düşünülebilir. Amaç, sadece mükemmel bir sürdürülebilirlik stratejisine sahip olmak değil, aynı zamanda sürdürülebilirliği temel bir bileşen olarak içeren kurumsal bir stratejiye sahip olmaktır.
Entegre bir strateji için şirketlerin portföylerini şekillendirmesi beklenebilir. Bir şirketin sürdürülebilirlikle ilgili öncelikleri netleştiğinde şirketlerin sermaye tahsisi, Ar-Ge finansmanı ve portföyler hakkında buna göre karar alması gerekebilir.
Sürdürülebilirliği iş planlamasına dahil etmek ve tüm kurumu bu konularda harekete geçme konusunda yetkilendirmek ve motive etmek için liderlerin sürdürülebilirliğe diğer yeni büyük ölçekli değişim çabalarına yaklaştıkları gibi yaklaşması daha etkili olabilir.[1]
Karbon ayak izi, bir ürün veya hizmetin üretiminden, kullanımından ve kullanım ömrünün sonundan kaynaklanan sera gazı emisyonlarının toplam miktarıdır. Sera gazları, insan faaliyetleri sonucu en yaygın olarak yayılan gaz olan karbondioksit ve atmosferdeki ısıyı hapsederek küresel ısınmaya neden olan metan, nitröz oksit ve florlu gazlar dahil olmak üzere diğer farklı gazları da içermektedir. Bir bireyin karbon ayak izinin büyük bir kısmı genellikle ulaşım, barınma ve gıdadan kaynaklanmaktadır.[1]
Su neredeyse tüm gıda, üretim ve imalat süreçlerinde kullanılmaktadır. Ürünlerin üretimleri sırasında tüketilen su miktarı “su ayak izi” olarak tanımlanmaktadır. Su aya ikizi mavi, yeşil ve gri su ayak izi olarak bilinen üç tür su kullanımından oluşmaktadır. Yeşil su ayak izi, yağmur suyunun üretimde kullanılmasını ifade eder. Mavi su ayak izi, yüzeyden ve yer altı sularından alınan ve çekildiği sisteme geri verilmeyen tatlı su hacmidir. Gri su ayak izi, üretim süreçleri (endüstriyel ve tarımsal) ve evsel su kullanımından kaynaklanan atık su nedeniyle kirlenen suyun hacmidir.[2]
[2] WWF, Living Planet Report 2014
Günlük hayatımızda kullandığımız ürünlerin ve yediğimiz gıdaların bize ulaşana kadarki süreçte ne miktarda su tükettiğini bilmek, tüketim alışkanlıklarımızı sorgulamak için güzel bir başlangıç noktası sunabilir. Gündelik yaşantımızda sıklıkla tişört giymekteyiz. Ancak bir tişört üretiminin ne kadar su gerektirdiğini çoğumuz bilmiyoruz. Bir tişört üretimi için tam 2700 litre su harcanmaktadır. Bu sayı, 13,500 bardak suya tekabül etmektedir. Başta çocuklar olmak üzere birçok insanın severek tükettiği hamburgerlerin bir tanesinin üretiminde ise 2400 litre su kullanılırken bir bardak kahve için 130 litre su kullanılmaktadır. Beslenme alışkanlıklarımız içerisinde sıklıkla yer alan patatesin 25 gramı için 25 litre su harcanmaktadır. Kahvaltıların vazgeçilmezi olarak değerlendirebileceğimiz ekmeğe baktığımızda ise 1 dilime denk gelen 30 gr buğday ekmeği için 40 litre su harcandığını görmekteyiz.[1] Davranışlarımıza baktığımızda ise duş süresinin 5 dakika ile sınırlı tutulması her duşta yaklaşık 55 litre su tasarrufu yapılabilmesine olanak sağlamaktadır. Düşük akış hızına sahip musluklar ve duş başlıkları su tüketimini yarıya indirebilmektedir. Saniyede bir damla su sızdıran bir musluk, yılda en az 12.500 litre suyun boşa harcanmasına sebep olmaktadır.[2]
Sürdürülebilir yaşam veya yeşil yaşam aynı zamanda daha az israf etmek anlamına gelmektedir. Gıda israfı günümüzde büyük bir sorun. Gerçekten ihtiyaç duyulan ürünleri satın almak için bir alışveriş listesi kullanılabilir. Bulunulan bölgedeki mevsimlik yiyeceklerin taşınması daha az mesafe katedilmesini gerektireceğinden bu ürünler daha iklim dostu ve daha ucuzdur.[1]
Yeni bir ürün satın almadan önce, bu ürünün ikinci el olarak satın alınıp alınamayacağı veya başka biriyle paylaşılıp paylaşılamayacağı değerlendirilebilir.[2] Dijitalleşme, paylaşımı kolaylaştırdı ve paylaşım ekonomisi modeli ortaya çıktı.[3] Paylaşım ekonomisi, genellikle çevrimiçi bir platform bünyesinde gerçekleştirilen, mal ve hizmetlere erişimin kullanıcılar arasında paylaşımına olanak sağlayan, gelişmekte olan bir ekonomik modeldir. Bu model, yeterince kullanılmayan ürünlerin verimliliği, sürdürülebilirliği ve toplumu geliştirecek şekilde paylaşımına odaklanmaktadır.[4] Paylaşım ekonomisi, olumlu çevresel etkilere sahip olup emisyonların ve karbon ayak izlerinin azaltılmasına yardımcı olmaktadır.[5]
[4] Mi, Z., Coffman, D. The sharing economy promotes sustainable societies. Nat Commun 10, 1214 (2019). https://doi.org/10.1038/s41467-019-09260-4
[5] Mi, Z., Coffman, D. The sharing economy promotes sustainable societies. Nat Commun 10, 1214 (2019). https://doi.org/10.1038/s41467-019-09260-4
Kapsayıcı ve sürdürülebilir bir iş dünyası için toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması elzem. Kadınların iş gücü piyasasına katılımının artması[1] ülkelerin verimliliğini arttırır, ekonomik çeşitlendirme ve inovasyon gelişimine katkıda bulunur. Kadın teknoloji yöneticilerine sahip firmalar ise diğerlerine göre daha inovatif. Kadınlar aynı zamanda ekonomik çeşitlendirmenin de itici güçlerindendir. Ekonomik çeşitlendirme stratejilerinin bir parçası olarak kadınların ekonomik rolleri desteklenmelidir.[2]
Sürdürülebilir iş dünyası için cinsiyet eşitliği şart olmasına rağmen bu alanda kat edilecek uzun yol var. Dünya Ekonomik Forumu'nun 2022 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu'na göre mevcut ilerleme hızıyla devam edilirse dünya genelinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sona ermesi 132 yılı alacak. Ekonomik katılım ve fırsat açısından toplumsal cinsiyet eşitliğinin mevcut ilerleme hızıyla sağlanması ise 151 yılı bulacak. Rapora göre kadınların iş gücüne katılımı 2009'dan beri hafifçe düşmekteyken 2020 ile birlikte durum daha da kötüleşmiştir.[3] Dünyadaki işletmelerin %90'ı ve istihdamın yarısından fazlasını içeren MKOBİ'ler açısından bakıldığında ise dünya genelinde küçük işletmelerin üçte birinden azını kadınlar idare etmektedir.[4] Diğer yandan kadınların liderlik rollerindeki payı 2016'da %33'ken 2022'de %37'ye yükselmiştir.[5][1] https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Istatistiklerle-Kadin-2021-45635#:~:text=Okuryazar%20olmayan%20kad%C4%B1nlar%C4%B1n%20i%C5%9Fg%C3%BCc%C3%BCne%20kat%C4%B1l%C4%B1m,oran%C4%B1%20%65%2C6%20oldu. Aslında Türkiye'de kadınların istihdama katılımına dair rakamlar güncel olsaydı takvime koyabilirdik ama maalesef bu rakamlar Mart 2023'e kadar eskiyecektir.
benzer şekilde Türkiye'nin de 2020 yılında toplam sera gazı emisyonu içindeki en büyük pay %70,2 ile enerjiden kaynaklanmaktadır.[1] Son on yılda Türkiye'nin yenilebilir enerji üretimi neredeyse üçe katlanmıştır.[2]
Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı'na göre yenilenebilir enerjinin yanı sıra enerji verimliliği ve elektrifikasyon yeşil dönüşüm kapsamında azaltılması gereken enerji kaynaklı karbon emisyonlarının %90'ını azaltabilir.[3] Peki, enerji verimliliği nedir? Enerji verimliliği aynı ürün veya hizmeti üretmek için daha az enerjinin kullanılmasıdır. Enerji verimliliği yalnızca sera gazı emisyonlarının azaltılmasını değil enerji ithalat talebinin azaltılmasını ve maliyetlerin düşmesini de sağlar. Türkiye'nin ilk enerji verimliliği eylem planı olan Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı (2017-2023) 2018 Ocak ayında yürürlüğe girmiştir. Enerji verimliliği çalışmaları ile Türkiye'nin milli gelir başına tüketilen enerjinin (enerji yoğunluğunun) 2023'e kadar 2011 yılına kıyasla en az %20 azaltılması amaçlanmaktadır.[4]
Döngüsel ekonomi ürünlerin yeniden kullanılabilir şekilde tasarlanarak üretilmesini esas alır ve mümkün mertebe en az atık oluşumunu hedefler. Kullanıldıktan sonra ürünlerin çöpe atılarak imhasını sağlamayı ifade eden doğrusal ekonominin diğer bir deyişle kullan-at ekonomisinin alternatifi döngüsel ekonomidir. Üretimde ve tüketimde daha az kaynak kullanılmasına öncelik veren döngüsel ekonomi ham madde ve enerji kullanımında “azalt, tekrar kullan ve geri kazan” ilkesini benimser. Bir sanayi kolunun atığı ya da yan ürününün başka bir sanayide girdi olarak kullanması anlamına gelen endüstriyel simbiyoz ham maddenin daha sürdürülebilir şekilde kullanılmasına imkân tanır ve döngüsel ekonomiye katkıda bulunur.[1]
Döngüsel ekonomi atıkları en aza indirir ve şirketlerin çevresel ayak izini azaltmaya yardımcı olur. Ham madde maliyetlerini azaltır. Döngüsel ekonomide önemli yer tutan onarım, bakım, yeniden kullanım gibi uygulamalar şirketlerin üretkenliğini ve kaynak verimliliğini artırır. Bu ise şirketlerin rekabetçiliğini artırır.Atık yönetimi atığın kaynağında azaltılması, özelliklerine göre ayrılıp toplanması, geçici olarak depolanması, geri dönüştürülmesi, bertaraf edilmesi ve bertaraf işlemleri sonrası kontrol edilmesi işlemlerini içermektedir.[1]
Atık yönetimi hiyerarşisi hem çevresel hem de ekonomik açıdan sürdürülebilirliğin sağlanmasını gözetir. Bu bağlamda en çok tercih edilenden en az tercih edilene doğru gidilirse önleme, azaltma, yeniden kullanma, geri dönüşüm, enerji geri kazanımı ve bertaraf basamaklarından oluşmaktadır.[2]
İşletmeler sıfır atık yaklaşımını benimseyerek verimliliğini, performansını artırabilir; maliyetlerini, çevresel risklerini azaltabilir. Bunların yanı sıra işletmelerin çevreci olması, ulusal ve uluslararası pazarlarda saygınlığını ve rekabet gücünü artırır. Ülkemizde 2017 yılında Sıfır Atık projesi başlatılmıştır.
İşletmelerde sıfır atık uygulaması adımları nelerdir? [3]
- Çalışma ekibinin belirlenmesi
- Planlamanın yapılması
- Eğitimlerin düzenlenmesi
- Uygulamaya geçilmesi
- İzleme, kayıt tutma ve aksayan hususlar için önlemler alınması
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında taraflarca iklim değişikliği ile mücadele süreci değerlendirilmek üzere düzenlenen uluslararası toplantılardır. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nin yürürlüğe girdiği 1994 yılından itibaren her yıl taraflar konferansı (Conference of the Parties-COP) düzenlenmektedir.
İlk taraflar konferansı 1995 yılında Almanya'nın Berlin şehrinde düzenlenmiştir. Bu konferanslar arasında olan 1997'de düzenlenen 3. Taraflar Konferansı'nda Kyoto Protokolü imzalanmış, 2015 yılında düzenlenen 21. Taraflar Konferansı'nda ise Paris Anlaşması kabul edilmiştir. 28. Taraflar Konferansı (COP28) 30 Kasım-12 Aralık 2023 tarihleri arasında Birleşik Arap Emirlikleri'nde düzenlenecektir. [1]
Sürdürülebilirlik raporlaması işletmelerin çevresel, sosyal, ekonomik ve yönetişim amaçlarını belirleyip bunlara yönelik ilerlemelerini açıklaması ve paydaşlarla iletişimini yapmasıdır. Böylelikle kurumlar sürdürülebilir kalkınmaya bağlılıklarını paydaşlara gösterebilir ve iyileştirme sağlayabilirler. İşletmelerin sürdürülebilirlik performanslarını ölçmeleri, izlemeleri ve raporlamaları sürdürülebilir geleceğe katkılarını geliştirir.
Sürdürülebilirlik raporlamaları şirketlerin kurumsal itibarını artırır, tedarik zincirinde daha çok tercih edilir hale getirir ve işletmelerin finansmana erişimini kolaylaştırır. Bunların yanı sıra tüketicinin firmaya güvenini artırır, paydaşlarla iletişimi güçlendirir ve risk yönetimini iyileştirir. Şeffaflık, güvenilirlik, tarafsızlık, tutarlılık, karşılaştırılabilirlik ve esneklik sürdürülebilirlik raporlamasında sahip olunması gereken temel ilkeler arasındadır.
Öne çıkan raporlama çerçeveleri arasında İlerleme Bildirimi Raporu (Communication on Progress-COP), Entegre Raporlama (Integrated Reporting-IR), Küresel Raporlama Girişimi (Global Reporting Initiative- GRI) ve Karbon Saydamlık Projesi (Carbon Disclosure Project-CDP) kapsamındaki raporlamalar bulunmaktadır.