Yeşil Sözlük
Küresel ısınma, endüstri öncesi dönemden beri gözlemlenen dünya iklim sisteminin uzun vadeli ısınmasıdır. Dünya atmosferindeki ısı tutucu sera gazı seviyelerini artıran başta fosil yakıt kullanımı olmak üzere insan faaliyetleri, küresel ısınmanın oluşumunda etkilidir. [1] Küresel ısınma dünya sıcaklığındaki güncel artışı tanımlamaktadır ve iklim değişikliğinin yalnızca bir özelliğidir.[2]
Fosil yakıt, yer kabuğunda bitki ve hayvan fosillerinden oluşan, hidrokarbon bileşiklerini içeren ve yanma sonucu enerji açığa çıkaran doğal enerji kaynağıdır. Kömür, petrol ve doğalgaz başlıca örneklerdir.
Petrol, kömür ve doğal gaz da dahil olmak üzere fosil enerji kaynakları, tarih öncesi bitkiler ve hayvanlar öldüğünde oluşan ve yavaş yavaş kaya katmanları tarafından gömülen yenilenemeyen kaynaklardır. Milyonlarca yıl boyunca, hangi organik madde kombinasyonunun mevcut olduğuna, ne kadar süreyle gömülü kaldığına ve zaman geçtikçe hangi sıcaklık ve basınç koşullarının var olduğuna bağlı olarak farklı türde fosil yakıtlar oluşmuştur.[1]
Dünya, atmosferde eser miktarda bulunan su buharı (H2O), karbondioksit (CO2), metan (CH4) ve nitröz oksit (N2O) gazları nedeniyle doğal bir sera etkisine sahiptir. Bu gazlar, güneş radyasyonunun dünya yüzeyine ulaşmasını sağlamakta ve dünya tarafından yayılan kızılötesi radyasyonu emerek yüzeyin ısınmasına neden olmaktadır. Ancak doğal sera etkisi ile güçlendirilmiş sera etkisini birbirinden ayırmak gerekmektedir. Doğal sera etkisi, sera gazlarının doğal miktarda olmasından kaynaklanmaktadır ve hayati öneme sahiptir. Bu etki olmaması halinde dünya yüzeyi yaklaşık 33 derece daha soğuk olacaktır. Güçlendirilmiş sera etkisi ise insan faaliyetlerinin neden olduğu artan sera gazı konsantrasyonlarından kaynaklanan ek ışınımsal zorlamayı ifade etmektedir. Karbon dioksit (CO2), Metan (CH4), Nitröz Oksit (N2O), Hidroflorür karbonlar (HFCs), Perfloro karbonlar (PFCs), Sülfürhekza florid (SF6) gibi gazlar başlıca sera gazlarıdır.[1]
Karbondioksit dünya atmosferinde eser miktarda bulunan bir gazdır. Okyanuslarda da çözünmüş halde bulunmaktadır. Hücresel solunumun bir yan ürünüdür ve fotosentezin temel bileşenidir. Karbondioksit aynı zamanda insan faaliyetlerinin yan ürünü olarak üretilen bir sera gazıdır.[1] Emisyonlar, sera gazlarının ve/veya öncüllerinin belirli bir alan ve süre boyunca atmosfere salınması anlamına gelmektedir. Karbondioksit emisyonları, fosil yakıtların yakılmasından ve çimento üretiminden kaynaklanan emisyonlardır.[2]
[1] https://education.nationalgeographic.org/resource/global-co2-emissions/
[2] https://ec.europa.eu/eurostat/statistics-explained/index.php?title=Glossary:Carbon_dioxide_emissions#:~:text=Carbon%20dioxide%20emissions%20or%20CO,as%20well%20as%20gas%20flaring.
Sera gazlarını atmosferden yutarak depolayan doğal veya insan yapımı sistemlere karbon yutağı denir. Ormanlar en yaygın yutak türüdür. Ayrıca toprak, turba, permafrost (sürekli donmuş) toprak tabakaları, okyanus suyu ve derin okyanustaki karbonat çökeltileri diğer yutak şekilleridir.[1] Karbon yutakları kara yüzeyinin yaklaşık %30'unu kaplamaktadır. Karada depolanan karbonun %45 kadarı bu yutaklara bağlanmaktadır. Bundan ötürü karbon yutakları, iklim değişikliğiyle mücadeleye yardımcı olmanın temel bir aracıdır.[1]
Ekolojik ayak izleri, bir bireyin veya topluluğun çevre üzerindeki etkilerinin bir ölçüsüdür. Tüketilen kaynak miktarı olarak da ifade edilebilmektedir. Ekolojik ayak izi kavramı, insan faaliyetleriyle ilişkili çevresel etkilerin değerlendirilmesi için 1990 yılında Wackernagel ve Rees tarafından ortaya atılmıştır. Ekolojik ayak izi kaynakların tüketilme ve atıkların üretilme hızlarını ölçmektedir. Ekolojik ayak izlerinin değerlendirilmesi ayrıca biyolojik olarak verimli alan veya biyolojik kapasite ile ilişkilidir. Ekolojik ayak izleri düzenli talebi ölçerken, biyokapasite kesintisiz arzı ifade etmektedir. Ekolojik ayak izi ve biyolojik kapasite rakamları nüfusa, kişi başı tüketime, üretim verimliliğine ve üretkenliğe göre yıldan yıla değişmektedir. [1]
[1] Nautiyal, H. & Goel, V. (2021). Sustainability assesment: Metrics and methods. Methods in Sustainability Science (s. 27-46) içinde.
Bir şehrin veya ulusun biyolojik kapasitesi ekilen araziler, orman arazileri, balıkçılık alanları ve yapı arazileri de dahil olmak üzere ekolojik varlıklarının üretkenliğini temsil etmektedir.[1] Biyolojik kapasite biyolojik olarak üretken belirli bir alanın sürekli yenilenebilir kaynak arzı oluşturma ve yayılan atıklarını emme kapasitesi olarak da ifade edilebilmektedir. Bölgenin ekolojik ayak izinin biyolojik kapasitesini aşması halinde sürdürülebilirlikten uzaklaşılmaktadır. [1]
[1] https://www.greenfacts.org/glossary/abc/biocapacity.htm
[1] https://www.footprintnetwork.org/our-work/ecological-footprint/
Bireyler, firmalar ve toplum tarafından yapılan aktivitelerin atmosfere yaydığı sera gazı miktarıdır. Üretim, ulaşım, ısınma, enerji tüketimi veya satın alınan her türlü ürünün atmosfere yayılmasına neden olduğu sera gazı miktarını "karbondioksit gazı eşdeğeri (CO2e)" olarak ifade etmek üzere kullanılan terimdir.[1]Karbon ayak izi hesabı daha ne kadarlık bir biyokapasiteye ihtiyacımız olduğuna işaret etmektedir. Normal şartlarda, kişi başına düşen biyokapasitenin kişi başına düşen ekolojik ayak izinden fazla olması beklenmektedir.[2]
Sera gazlarının takibi, izlenmesi, raporlanması, doğrulanması ve doğrulayıcı kuruluşların akreditasyonu konularında yönetmelik ve tebliğler yayınlanmıştır. Söz konusu mevzuat kapsamında yönetmeliğin Ek-1'inde yer alan faaliyetleri gerçekleştiren tesisler, akredite edilmiş doğrulayıcı kuruluşlar tarafından doğrulanmış sera gazı emisyonlarını her yıl düzenli olarak raporlama sürecine tabidir.
Söz konusu düzenlemelerin kronolojik sıralaması aşağıdaki şekildedir:
- Sera Gazı Emisyonlarının Takibi Hakkında Yönetmelik (17 Mayıs 2014 tarihli ve 29003 sayılı Resmî Gazete)
- Sera Gazı Emisyonlarının İzlenmesi ve Raporlanması Hakkında Tebliğ (22 Temmuz 2014 tarihli ve 29068 sayılı Resmî Gazete)
- Sera Gazı Emisyon Raporlarının Doğrulanması ve Doğrulayıcı Kuruluşların Yetkilendirilmesi Tebliği (2 Nisan 2015 tarihli ve 29314 sayılı Resmî Gazete)
- Sera Gazı Emisyonlarının Takibi Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (29 Haziran 2016 tarihli ve 29757 sayılı Resmî Gazete)
- Sera Gazı Emisyonlarının Takibi Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (31 Mayıs 2017 tarihli ve 30082 sayılı Resmî Gazete)
- Sera Gazı Emisyon Raporlarının Doğrulanması ve Doğrulayıcı Kuruluşların Akreditasyonu Tebliği (2 Aralık 2017 tarihli ve 30258 sayılı Resmî Gazete)
- Sera Gazı Emisyonlarının İzlenmesi ve Raporlanması Hakkında Tebliğde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (5 Şubat 2021 tarihli ve 31386 sayılı Resmî Gazete)
- İklim Değişikliği Başkanlığı Hizmet Birimleri ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik (21 Haziran 2022 tarihli ve 31873 sayılı Resmî Gazete)
Karbon ayak izi bir ürün veya hizmetin ömrünün her aşamasından (malzeme üretimi, imalat, kullanım ve kullanım ömrü sonu) kaynaklanan emisyonların toplanmasıyla hesaplanmaktadır. Bir ürünün yaşam döngüsü boyunca ısıyı atmosferde tutma yeteneği değişen farklı sera gazları (CO2, CH4, N2O gibi) salınabilir. Bu farklılıklar, her bir gazın küresel ısınma potansiyeli ile açıklanmaktadır ve bu karbondioksit eşdeğerlerinin kütle birimi cinsinden bir karbon ayak izi ile sonuçlanmaktadır.[1]
[1] https://css.umich.edu/publications/factsheets/sustainability-indicators/carbon-footprint-factsheet#:~:text=%E2%80%9CA%20carbon%20footprint%20is%20the,end%2Dof%2Dlife).
Kişisel ve kurumsal olmak üzere iki ayrı başlıkta hesaplanabilmektedir. Kişisel karbon ayak izi insanların senelik yaşam aktiviteleri esnasında dünyaya salınan emisyonun kişisel olarak ne kadarlık miktarından sorumlu olduğumuzu ifade etmektedir. Kişisel karbon ayak izi de birincil ve ikincil karbon ayak izi olmak üzere iki ayrılmaktadır. Birincil karbon ayak izi, günlük hayat içerisinde insanın ihtiyaçlarını gidermek amacıyla gerçekleştirdiği enerji tüketimi sonucu ortaya çıkan emisyon değeridir. Birincil ayak izi doğrudan dünyaya zarar verirken ikincil ayak izinin etkisi dolaylıdır. Kullandığımız ürünlerin imalattan tüketime hatta doğada yok olmasına kadar geçen yaşam süresi boyunca dolaylı olarak açığa çıkan sera gazlarının karbon cinsinden miktarını ifade etmektedir. Kurumsal karbon ayak izi bir işletmenin doğrudan ya da dolaylı faaliyetlerinin sonucu olarak ortaya çıkan emisyon miktarıdır. Kurumsal karbon ayak izi doğrudan, dolaylı ve diğer dolaylı karbon ayak izi olmak üzere üç kategoride ele alınmaktadır. Doğrudan karbon ayak izi kurumların faaliyetlerini devam ettirebilmeleri için kullandıkları fosil yakıtları ve fosil yaktılar aracılığıyla oluşan emisyonları ifade etmektedir. Dolaylı karbon ayak izi, elektrik enerjisi ile ilgilidir ve kurumun tedarikçi kurumlarından satın aldığı buhar, soğutma, sıcak tutma gibi emisyonları kapsamaktadır. Son olarak diğer doğrudan dolaylı karbon ayak izi ise kurumların tedarik zinciri içerisinde kullandıkları tüm ürünlere, taşeron faaliyetlerine, kiralık araçlarına hatta çalışanların iş amaçlı ulaşımlarına varıncaya kadar kapsayan emisyonları ifade etmektedir.[1]
Karbon ayak izi, ürünlerin ham maddesinden işlenip kullanılıp bertaraf edilmesine kadar ürünün yaşam döngüsü boyunca karbon salımına sebep olan tüm süreçlerin gözden geçirilmesiyle düşürülebilir. Bu süreç ham madde çıkarımı, işleme süreçleri, nakliye, tedarik zinciri boyunca dolaylı olarak karbon salımı gerçekleştiren tüm aşamaları kapsamaktadır. Söz konusu aşamalarda enerji kullanımının azaltılması, kullanılan enerjinin fosil yakıt yerine yenilenebilir kaynaktan elde edilmesi, bir ürünün farklı şekillerde yeniden kullanılması, mümkün mertebe bertaraf edilecek atık çıkarılmaması önemlidir.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne göre “İklim değişikliği”, karşılaştırabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri sonucunda iklimde oluşan değişiklik olarak tanımlanır.[1]
Küresel iklim değişikliği fosil yakıtların kullanımı, arazi kullanımı değişiklikleri, ormansızlaştırma ve sanayi süreçleri gibi insan etkinlikleriyle atmosfere salınan sera gazları (H2O (su buharı), CO2, CH4, O3, N2O, CFC–11, HFC, PFC, SF6) birikimlerindeki hızlı artışın doğal sera etkisini kuvvetlendirmesi sonucunda yerkürenin ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artışı ve iklimde oluşan değişiklikleri ifade etmektedir.[2]
İklim değişikliği doğal ve insan kaynaklı olmak üzere iki ana sebeple oluşmaktadır. Antropojenik sebepler insan kaynaklı sebepler anlamına gelmektedir. Kömür, petrol gibi fosil yakıtların enerji kaynağı olarak kullanımı iklim değişikliğinin antropojenik sebepleri arasındadır.[1]
İngilizcesi “Conference of Parties” olan Taraflar Konferansı yani kısaca COP, Birleşmiş Milletler tarafından devletlerin, bölgesel kuruluşların ve sivil toplum aktörlerinin üst düzey katılımıyla düzenlenen konferanslardır. Konferanslar dünyadaki çevresel sorunları temel almaktadır. Belirli zaman aralıklarıyla düzenlenen bu Taraflar Konferanslarının odak noktaları iklim değişikliği, çölleşme ve biyoçeşitliliktir. İş dünyasının ilgisini daha çok iklim değişikliği ile ilgili olan Taraflar Konferansı çekse de aslında 1992 yılında düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı'nda (Rio Dünya Zirvesi) üç küresel anlaşma kabul edilmiştir. Bunlar;
• Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (United Nations Framework Convention
on Climate Change-UNFCCC),
• Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi (United Nations Convention to Combat
Desertification-UNCCD) ve
• Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik Sözleşmesi (United Nations Convention on Biological Diversity-UNCBD)'dir.
Anlaşmalar toprak, iklim, biyoçeşitlilik ve doğa dengesinin yeniden sağlanması için ortak bir yaklaşımdan yararlanmaktadır. En iyi bilinen Taraflar Konferansı (COP), 2015 yılında Fransa'da Paris Anlaşması'nın kabul edilmesiyle sonuçlanan 21. Taraflar Konferansı (COP21) da dahil olmak üzere genellikle yıllık olarak iklim değişikliği teması ile düzenlenen UNFCCC Taraflar Konferansıdır BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nin yürürlüğe girdiği 1994 yılından itibaren her yıl taraflar konferansı düzenlenmektedir. İlk taraflar konferansı 1995 yılında Almanya'nın Berlin şehrinde düzenlenmiştir. Bu konferanslar arasında olan 1997'de düzenlenen 3.Taraflar Konferansı'nda Kyoto Protokolü imzalanmış, 2015 yılında düzenlenen 21. Taraflar Konferansı'nda ise Paris Anlaşması kabul edilmiştir. En son COP27 6-18 Kasım 2022 tarihleri arasında Mısır'da düzenlenmiştir. COP28 ise Birleşik Arap Emirlikleri'nde 30 Kasım-12 Aralık 2023 tarihleri arasında gerçekleşecektir.
COP27 2022'de düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı Şarm El-Şeyh'te düzenlendi. Konferansta karara varılan konular ile ilgili olarak bir taslak sonuç bildirgesi yayınlanmıştır. Bu metinde bir önceki yıl düzenlenen COP26'da alınan birçok karar tekrar edilmiş, Paris Anlaşması ve Glasgow İklim Paktı'nda alınan kararların önemi vurgulanmıştır. Ayrıca tüm taraf ülkelerin ulusal katkı beyanlarını yeniden gözden geçirmeleri ve güçlendirmeleri talebi yinelenmiştir. Atmosferdeki sıcaklık artışının 2 derece yerine 1,5 derece ile sınırlı kalmasının iklim değişiminin olumsuz etkilerini önemli seviyede azaltacağı belirtilerek, sıcaklık artışının 1,5 derece ile sınırlandırılması için daha fazla çaba sarf edilmesi gerektiğinin altı çizilmiştir. Sıcaklık artışının 1,5 derece ile sınırlı kalabilmesi için küresel sera gazı emisyonlarında 2019 yılındaki seviyeye kıyasla 2030 yılına kadar %43 oranında azaltım yapılması gerektiği teyit edilmiştir.
Konferansta alınan kararlar arasında en dikkat çekici husus gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliği sonucunda maruz kaldıkları kayıp ve zararları tazmin etmek için bir fon kurulması olmuştur. Afrika ülkeleri başta olmak üzere gelişmekte olan ülkeler iklim değişikliğinden kaynaklanan birçok ekonomik ve beşeri sorun ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu nedenle kayıp ve zararlarının karşılanması için oluşturulması planlanan bu fon tarihi bir gelişme olarak nitelendirilmektedir.
Dikkat çeken bir başka husus ise, taslak metinde “kömür enerjisinin kademeli olarak azaltılmasına yönelik tedbirlerin hızlandırılması ve verimsiz fosil yakıt sübvansiyonlarının aşamalı olarak kaldırılarak rasyonalize edilmesi” ifadesinin yer almasına ve “enerji karışımında yenilenebilir enerjinin payının artırılmasının önemi” vurgulanmış olmasına rağmen, kömür başta olmak üzere fosil yakıt tüketiminin aşamalı olarak sonlandırılması çağrısı metinde yer almamaktadır.
Konferansta ele alınan diğer bir önemli konu olarak gıda krizi ön plana çıkmıştır. Özellikle Rusya-Ukrayna arasında devam eden savaşın gıda endüstrisine yönelik riskleri artırdığı bir dönemde, iklim değişikliği ile mücadelenin önemli bileşenlerinden gıda güvenliği COP27'de görüşülen konular arasında yer almıştır. 275 hükümet, çok uluslu şirket, üniversite ve diğer sivil toplum örgütlerinin de çabalarıyla “yeşil tarım” uygulamaları için 8 milyar $'dan fazla bir kaynak ayrılması kararı alınmıştır. Yeşil Tarım Fonu ile çiftçilerin ve çiftliklerin iklim değişikliği ile mücadeleye uyum sağlaması ve küresel gıda güvenliğinin artırılması amaçlanmaktadır.
COP27 Türkiye açısından da önemli gelişmelere sahne olmuştur. COP27'ye katılan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, Türkiye'nin emisyon oranlarında daha önce yüzde 21 azaltım olarak belirlenmiş olan hedefin yüzde 41'e çıkarıldığını duyurmuştur. Bu taahhüt ile birlikte 2030 yılında yaklaşık 500 milyon ton emisyon azaltımı hedeflenmektedir. Ayrıca en geç 2038 yılına kadar sera gazı emisyonlarının tepe noktasına ulaşacağı ve o noktadan itibaren hızla 2053 yılındaki net sıfır emisyon hedefine doğru ilerleneceği de ifade edilmiştir. Diğer yandan Türkiye'nin İklim Değişikliği Konferansı'nın 31'incisine ev sahipliği için aday olduğu açıklanmıştır.
Birleşmiş Milletler'in iki örgütü Dünya Meteoroloji Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından 1988 yılında insan faaliyetlerinin neden olduğu iklim değişikliğinin risklerini değerlendirmek üzere kurulmuştur. Panelin amacı devletlere iklim politikalarını geliştirmek üzere tüm seviyelerde bilimsel bilgi temin etmektir. Şu an IPCC'nin 195 üyesi var. IPCC'nin çalışmalarına dünya genelinde binlerce kişi katkıda bulunmaktadır. IPCC değerlendirme raporları için uzmanlar binlerce bilimsel makale değerlendirmesi yapıp iklim değişikliğinin etmenleri, etkileri ve gelecek riskler, nasıl uyum sağlanacağı ve risklerin nasıl azaltabileceğine dair kapsamlı özet sağlamaktadır. IPCC süreçlerinde uzmanlar ve devletlerin açık ve şeffaf gözden geçirme yapmaktadır. [1]2021 yılında yayımlanan IPCC 6. Değerlendirme Raporu insan kaynaklı karbondioksit ve diğer sera gazı salımlarının arttığını, küresel-bölgesel sıcaklıkların çok hızlı yükselmekte olduğunu, 1.5 °C ve 2 °C düzeyindeki küresel ısınmanın doğal ve insan sistemlerine olan etkilerini anlatmaktadır.[2]
Uyum, iklim değişikliğinin mevcut ve gelecekte ortaya çıkabilecek muhtemel etkilerinin belirlenmesi için yapılan tüm faaliyetlerdir. Uyum iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin önceden tahmin edilmesi ve bunların neden olabileceği zararı önlemek veya en aza indirmek için uygun tedbirlerin alınması veya ortaya çıkabilecek potansiyel fırsatlarda faydalanılması anlamına gelmektedir.[1]
İklim değişikliği risk faktörleri, ekonomiyi etkileyen hava ve iklim değişikliğinden kaynaklanan fiziksel riskler ve düşük karbon ekonomisine geçişten kaynaklanan geçiş riskleri olmak üzere iki kategoride ele alınmaktadır. Fiziksel risk faktörleri aşırı hava olaylarıyla ilgili akut riskler ve iklimdeki kademeli değişimlerle ilişkili kronik riskler olarak kategorize edilmektedir. Her bir risk türünün sıklığı ve şiddeti önemli ölçüde değişebilmekte ve tahmin edilmesi zorlaşabilmektedir. İnsan faaliyetleri ve kararları, fiziksel iklim risklerine maruz kalmayı etkilese de belirli fiziksel olayların yeri, zamanlaması ve büyüklüğü kontrol edilememektedir. Akut fiziksel risklere genellikle ölümcül sıcak hava dalgaları, seller, orman yangıları ve kasırgalar gibi doğa olayları sebep olmaktadır. Kronik fiziksel riskler ise kronik iklim olaylarının daha da gelişmesine yol açabilecek yükselen deniz seviyesi, yükselen ortalama sıcaklıklar ve çölleşme gibi durumları içermektedir. Geçiş riskleri, kamu sektörü politikalarındaki değişiklikler, mevcut teknolojilerin satın alınabilirliğindeki yenilikler ve değişiklikler yoluyla ortaya çıkabilmektedir[1].
[1] Basel Comittee on Banking Supervision, Climate-related risk drivers and their transmission channels (2021)
Uyum etkinliklerinin eş güdümüne katkıda bulunmak amacıyla hazırlanan; ülkelere özgü etkilerin saptanması, farklı kurumların ve idari araçların devreye sokulmasının yanı sıra iş dünyası ve sivil toplum aktörlerinin de geniş katılımıyla ulusal, yerel ve bölgesel düzeyde iklim değişikliğine uyum faaliyetlerini içeren ve yönlendiren politika belgesidir.[1]
2012 yılında yayımlanan İklim Değişikliğine Uyum Stratejisi ve Eylem Planı su kaynakları yönetimi, tarım sektörü ve gıda güvencesi, afet risk yönetimi, ekosistem hizmetleri, biyolojik çeşitlilik ve ormancılık ve insan sağlığı sektörlerini içermektedir.[1] Bu planın 2023 sonuna kadar güncellenmesi için çalışmalar sürmektedir.[2]
İDEP'in genel amacı, sera gazı emisyonlarını sınırlandırmaya yönelik ulusal koşullara uygun eylemler belirleyerek iklim değişikliği ile mücadele edilmesi, iklim değişikliğinin etkilerinin yönetilerek dayanıklılığın artırılması ve böylece Türkiye'de iklim değişikliği ile mücadele ve uyumun teşvik edilmesidir. Plan 2011-2023 yıllarını kapsamaktadır.[1]
Kyoto Protokolü'nün Ek-A listesinde yer alan sektörler ile Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nin (BMİDÇS) İklim Değişikliği Ulusal Bildirim raporlama formatında yer alan sektörler esas alınarak oluşturulan İDEP'te enerji, binalar, ulaştırma, sanayi, atık, tarım, arazi kullanımı ve ormancılık, sektörler arası ortak konular ve uyum başlıkları altında hedef ve eylemler bulunmaktadır.[1]
Yenilenebilir enerji, tüketim hızından daha yüksek bir hızla kendini yenileyebilen doğal kaynaklardan elde edilen enerjidir. Güneş, rüzgâr, jeotermal yenilenebilir enerji kaynaklarından birkaçıdır.[1] Uluslararası Enerji Ajansı'nın Aralık 2022 tarihli raporuna göre 2022-2027'de yenilenebilir enerji yenilenebilir enerji kapasitesinin %8'lik artışla yaklaşık 300 GW'yi aşacağı tahmin edilmektedir.
Enerji verimliliği aynı ürün veya hizmeti üretmek için daha az enerji kullanmaktır. Enerji verimliliği sera gazı emisyonlarının azaltılması, enerji ithalatına talebin azaltılması, hanehalkı veya ülke genelinde maliyetlerin düşürülmesi faydalarını getirmektedir.[1]
Enerji verimliliği enerji faturalarını düşürmek, enerji güvenliğini güçlendirmek gibi hızlı ve uygun maliyetli karbondioksit salımı azaltma seçeneklerinden bazılarını sağlıyor olduğu için temiz enerji geçişlerinde ilk yakıt olarak da adlandırılmaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı, enerji verimliliğini elektrifikasyon, davranış değişikliği, dijitalleşme ve malzeme verimliliği gibi ilgili önlemlerle birlikte 2050 yılına kadar Net Sıfır Emisyon Senaryosunda enerji talebinden kaçınmak için en büyük tek önlem olarak değerlendirmektedir.[1]
Yeşil Finansman kamu, özel ve kâr amacı gütmeyen sektörlerden sürdürülebilir kalkınma önceliklerine doğru mali akış düzeyini (bankacılık, mikro kredi, sigorta ve yatırım) artırmaktır. Bunun önemli bir parçası çevresel ve sosyal riskleri daha iyi yönetmek, makul bir getiri oranıyla birlikte çevresel fayda sağlayan fırsatları değerlendirmek ve daha fazla hesap verebilirlik sağlamaktır.[1]
Birleşmiş Milletler Çevre Programı'na göre refahı ve sosyal eşitliği artırırken çevresel riskleri ve ekolojik kıtlıkları azaltan ekonomidir. [1] Yeşil ekonomi düşük karbonlu, kaynakları verimli kullanan ve sosyal olarak kapsayıcı olan bir ekonomi olarak da tanımlanabilmektedir. Yeşil bir ekonomide istihdam ve gelirdeki büyüme, karbon emisyonlarının ve kirliliğin azaltılmasına, enerji ve kaynak verimliliğinin artırılmasına ve biyoçeşitlilik ve ekosistem hizmetlerinin kaybının önlenmesine olanak tanıyan bu tür ekonomik faaliyetlere, altyapıya ve varlıklara yapılan kamu ve özel yatırımlar tarafından yönlendirilmektedir.[2]
Yeşil aklama bir şirket veya kuruluşun, çevresel etkilerini fiilen en aza indirmekten çok, kendilerini sürdürülebilir olarak pazarlamak için daha fazla zaman ve para harcamasıdır. Gezegeni iyileştirmeyi önemseyen işletmeleri desteklemeyi seçen tüketicilerin gözüne girmek için aldatıcı bir reklam yöntemi olarak da değerlendirilmektedir. Yeşil aklama iklim değişikliği, okyanus kirliliği, hava kirliliği ve küresel türlerin yok olması gibi çevresel sorunlarla mücadelede değerli bir yer kaplamaktadır. Terim ilk olarak 1986 yılında çevreci Jay Werterveld tarafından bir makalede ortaya atılmıştır.[1]
Elektriğin yenilenebilir enerji kaynağından elde edildiğini ispatlayan sertifikadır.[1] Şirketler yeşil enerji sertifikası satın alarak kullandığı elektriğin yenilenebilir kaynaklardan karşılandığını belgelendirebilir.[2] Yeşil enerji sertifikaları şirketlerin temiz enerji hedeflerine erişmeleri, enerji kaynaklı kapsam 2 sera gazı emisyonlarını azaltmaları ve yenilenebilir enerji piyasasını desteklemelerine yardımcı olabilir.[3]
Sera gazı emisyon azaltım projelerinin bağımsız denetleyici kuruluş tarafından doğrulanması ve gönüllü karbon standart kuruluşu tarafından belgelendirilmesi sonucu elde edilen ve karbondioksit eşdeğer ton cinsinden ifade edilen sertifikadır.[1]
[1] Gönüllü Karbon Piyasası Proje Kayıt Tebliği, Resmi Gazete Tarihi: 09.10.2013 Resmi Gazete Sayısı: 28790
ESG yani Çevresel, Sosyal ve Kurumsal Yönetişim kriterleri firmaların geleneksel finansal analizinin yanı sıra finansal olmayan risk ve fırsatlarını da değerlendirir. Üç başlık altında belirlenen kriterler yoluyla bir firmanın çevreye etkisi, çalışanları ile ilişkileri, cinsiyet eşitliğine yönelik politikaları, üst yönetimin kapsayıcılığı ve mali şeffaflığı gibi konulardaki durumu incelenir.
Yeşil İklim Fonu (GCF), Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Paris Anlaşması'nın öngördüğü finansal mekanizma kapsamında gelişmekte olan ülkelerin sera gazı azaltım ve iklim değişikliğine uyum uygulamalarını desteklemek için kurulmuş fondur. GCF'nin yönetici organı 11 Aralık 2011'de UNFCCC tarafından onaylanmıştır. GCF'nin destek sağladığı projeler ve destek bedelleri resmi web sitesinde yayınlanmaktadır. 2023 Mart ayı itibarıyla 12.0 milyarlık fon ile 216 proje uygulama safhasındadır. [1]
İklimle ilgili, çevre dostu ve sürdürülebilirliğe katkıda bulunan projeler için kaynak yaratan tahvillere yeşil tahvil denir. Enerji verimliliği, biyoçeşitliliğin korunması, temiz ulaşım ve sürdürülebilir su üzerine projeler yeşil tahvillerin finansman sağladığı projelere örnek olarak verilebilir.[1] İlk yeşil tahvil ihracı 2007 yılında Avrupa Yatırım Bankası tarafından (yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği projelerine ayrılan) İklim Farkındalığı Tahvili (Climate Awareness Bond) adı altında gerçekleştirilmiştir. Dünya Bankası ise ilk yeşil tahvilini 2008 yılında ihraç etmiştir. [2] Uluslararası, yatırımcı odaklı bir girişim olan Climate Bond Initiative verilerine göre 2023 yılı Mart ayı ortası itibarıyla yeşil tahvil ihracı 96.7 milyar dolar olup kümülatifte 2 trilyon 281 milyar dolarlık yeşil tahvil ihracı gerçekleşmiştir.[3]
Devletler, kalkınma bankaları ya da diğer kurumlar tarafından çevresel, ekonomik ve iklim faydaları olan denizcilik ve okyanus bazlı projelere yatırım için ihraç edilen tahvillerdir. Mavi tahviller yeşil tahvil konseptinden ilham almıştır.[1] İlk mavi tahviller (Seyschelles Blue Bond, Nordic Sea Blue Bond) 2018'de ortaya çıkmıştır.[2] Seyşeller Cumhuriyeti 29 Ekim 2018'de ilk mavi tahvilini ihraç etmiştir. Dünya Bankası söz konusu tahvilin geliştirilmesinde destek olmuştur.[1] Nordic Investment Bank ise ilk mavi tahvilini 24 Ocak 2019'da ihraç etmiştir.
9 Temmuz 2021'de Resmi Gazete'de yayınlanarak 29 Temmuz 2021'de yürürlüğe giren yasadır.[1] Politik sözleri yasal olarak bağlayıcı hale getirmek ve paydaş ve iş dünyasına güçlü bir politik mesaj vermek amacıyla yapılmıştır. AYM ile belirlenen hedef doğrultusunda 2050'de iklim nötr olmak hedefini AB kurum ve üye devletleri için yasal hedef haline getirmeyi, endüstri ve yatırımcılar için tahmin edilebilir iş ortamı yaratmayı hedeflemiştir. 2030'a kadar 1990 seviyelerine göre sera gazı emisyonlarını en az %55 azaltımı da hedefler arasına eklenmiştir. [2]
Avrupa Birliği'nin 2030'a kadar sera gazı emisyonlarını 1990 seviyelerine kıyasla en az %55 azaltma hedefi ile AB mevzuatını uyumlu hale getirmek için sunduğu planları içermektedir.[1] Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması'nın oluşturulması, AB Emisyon Ticaret Sistemi'nin (ETS) reformu, enerji verimliliği, yenilenebilir enerji ve enerji vergilendirmesine dair direktiflerin revize edilmesi, sürdürülebilir ulaşım için alternatif yakıt altyapısına dair düzenleme oluşturulması, toprak kullanımı ve ormancılık düzenlemesinin revizyonu, araçlar için karbon emisyon standartlarının sıkılaştırılması, denizcilik ve havacılıkta daha yeşil yakıtların kullanımını artırmak için ReFuelEU havacılık ve FuelEU denizcilik düzenlemelerinin oluşturulması paket kapsamında görüşülen teklifler arasındadır. Paket kapsamında görüşülen Sosyal İklim Fonu önerisi 25 Nisan 2023'te Konsey tarafından yapılan oylamada fon kabul edilmiştir. Aynı tarihte yapılan oylamada AB Emisyon Ticaret Sistemi'nin revizyonu da kabul edilmiştir.[2]
Avrupa Birliği'nin (AB) Avrupa Yeşil Mutabakatı ile koyduğu sera gazı emisyon azaltımı hedefine ulaşılması açısından temel araçlardan birisi Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizmasıdır (SKDM). AB bu mekanizma ile bir yandan yeşil dönüşümün yaratacağı maliyet karşısında Avrupa'nın rekabetçiliğinin korunmasını, diğer taraftan küresel düzeyde iklim değişikliği ile mücadele çabasının artırılmasını hedeflemektedir. SKDM ile AB içinde 2005 yılından bu yana uygulanan Emisyon Ticaret Sistemine (ETS) eşdeğer bir karbon fiyatlandırmasının, SKDM kapsamına giren ürünlerin ithalatı aşamasında da uygulanması öngörülmektedir. AB ETS kapsamındaki karbon fiyatlandırmasının sera gazı emisyonu yüksek, enerji-yoğun sektörlerde maliyet artışlarına sebep olarak firmaların üretimlerini iklim değişikliğiyle mücadele çabası AB seviyesinde olmayan ülkelere kaydırması riskine (karbon kaçağı riski) yol açacağı anlayışı mevcuttur. AB ETS'sinin sıkılaştırılması nedeniyle emisyon azaltımı yapamayan firmaların karbon maliyetleri de artacaktır. Bu çerçevede, SKDM, ETS içinde karbon kaçağı riskini önlemek üzere sağlanan ücretsiz tahsisatların yerini alacak şekilde geliştirilmiş bir mekanizma olup ücretsiz tahsisatlar aşamalı olarak sonlandırılırken SKDM yükümlülükleri de bununla orantılı olarak devreye girecektir. Uygulama ile SKDM kapsamına giren ürünlerin üretiminden kaynaklı sera gazı emisyon değerleri ile bağlantılı olarak, AB ETS ile eşdeğer maliyetlerin ithalatçılar tarafından da yüklenilmesi öngörülmektedir. SKDM Tüzüğü 1 Ekim 2023 tarihinde raporlama yükümlülüğü ile sınırlı olarak uygulamaya girecektir. Bu kapsamda, 1 Ekim 2023-31 Aralık 2025 tarihleri arasında, mali yükümlülük doğmayacak, bir geçiş dönemi söz konusu olacaktır. Geçiş dönemi, uygulama esaslarının oturtulması, veri toplanması ve uygulamanın iyileştirilmesine yönelik aksayan noktaların tespit edilmesi gibi amaçlara hizmet edecek, bu dönemdeki deneyim çerçevesinde gerekli iyileştirmeler ve ikincil mevzuat düzenlemeleri gerçekleştirilecektir. 2025 sonuna kadar olan geçiş döneminde, ithal edilen ürünlere gömülü emisyonlar (embedded emissions) için herhangi bir ücretlendirme yapılmayacak; mali yükümlülüklerin devreye girdiği asıl uygulama dönemi 1 Ocak 2026 itibariyle başlayacaktır.[1]
SKDM, demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre, elektrik ve hidrojen sektörlerini kapsamaktadır. Kapsamda, ticaret sapmasını önlemek gayesiyle birincil ürünlerin girdi olarak kullanıldığı ve üretim süreçleri karmaşık olmayan çeşitli kullanıcı ürünlere (downstream products) yer verilmiştir. Ayrıca SKDM kapsamındaki ürünlerin üretiminde kullanılan belirli girdiler (precursors) kapsama dahil edilmiştir. Bu çerçevede, SKDM kapsamındaki ürünler hem doğrudan AB'ye ithal edildikleri hem de diğer SKDM ürünlerinin üretimi aşamasında girdi olarak kullanıldıkları durumlar itibariyle mevzuatla getirilen yükümlülüklere tabi olacaktır. İthalat aşamasında uygulanmak üzere ETS'nin eşdeğeri bir mekanizma olarak tasarlanan SKDM'nin kapsamı belirlenirken, üretimin AB dışına kayması riski yüksek olan sektörler arasından, ürün bazında karbon emisyon ölçümünün nispeten kolay yapılabileceği sektör ve ürün grupları seçilmiştir.[1]
Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması'na ilişkin mevzuat metni, 25 Nisan 2023 tarihinde AB Konseyi tarafından kabul edilmiştir. Metin 10 Mayıs 2023 tarihinde Avrupa Parlamentosu ve AB dönem başkanı tarafından imzalanmıştır. Avrupa Birliği Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması'nın kurulmasına ilişkin Tüzük Metni ise AB Resmî Gazetesi'nin 16 Mayıs 2023 tarihli ve L130 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. İlgili mevzuat metninde yer alan SKDM kapsamındaki GTİP'ler Liste-1'de sunulmaktadır.
Liste 1: SKDM Kapsamındaki GTİP'lerin Listesi
Çimento
2507.00.80 Diğer kaolinli killer
2523.10.00 Çimento; Klinker
2523.21.00 Çimento; Portland; Beyaz
2523.29.00 Çimento; Portland; Diğer
2523.30.00 Çimento; şaplı
2523.90.00 Su Altında Sertleşen Diğer Çimentolar
Elektrik Enerjisi
2716.00.00 Elektrik Enerjisi
Kimyasallar
2804.10.00 Hidrojen
Gübre
2808.00.00 Nitrik Asit; Sülfonitrik Asitler
2814 Saf Amonyak veya Amonyağın Sulu Çözeltileri
2834.21.00 Potasyum Nitrat
3102 Azotlu Mineral veya Kimyasal Gübreler
3105 Azot, Fosfor ve Potasyumun İkisini veya Üçünü İçeren Mineral veya Kimyasal Gübreler (3105.60.00 GTİP'i hariç)
Demir - Çelik
72 Demir ve Çelik
(Aşağıdaki GTİP'ler hariç)
7202.2 Ferro-siliko
7202.3 Ferro-siliko-mangan
7202.50.00 Ferro - siliko - krom
7202.70.00 Ferro - molibden
7202.80.00 Ferro - tungsten ve ferro - siliko - tungsten
7202.91.00 Ferro - titanyum ve ferro - siliko - titanyum
7202.92.00 Ferro - vanadyum
7202.93.00 Ferro - niobyum
7202.99 Diğer ferro - alyajlar
7202.99.10 Ferro - fosfor
7202.99.30 Ferro - siliko - magnezyum
7202.99.80 Diğer ferro - alyajlar
7204 Dökme demirin, demirin veya çeliğin döküntü ve hurdaları veya bunların yeniden ergitilmesi ile elde edilen külçeler
2601.12.00 Demir cevherleri ve zenginleştirilmiş demir cevherleri (kavrulmuş demir piritleri hariç) (ağlomere edilmiş)
7301 Demir veya Çelikten Palplanşlar; Demir veya Çelikten Kaynak Yapılmış Profiller
7302 Demir veya Çelikten Demiryolu ve Tramvay Hattı Malzemesi (Ray, Makas Dilleri, Makas Göbekleri, Gergi
7303.00 Dökme Demirden İnce ve Kalın Borular ve İçi Boş Profiller
7304 Demir (Dökme Demir Hariç) ve Çelikten İnce ve Kalın Borular ve İçi Boş Profiller (Dikişsiz)
7305 Demir veya Çelikten Diğer İnce ve Kalın Borular (Kaynaklı, Perçinli) (Kesitleri Daire Şeklinde)
7306 Demir veya Çelikten Diğer İnce ve Kalın Borular ve İçi Boş Profiller
7307 Demir veya Çelikten Boru Bağlantı Parçaları (Rakorlar, Dirsekler ve Manşonlar Gibi)
7308 Demir veya Çelikten İnşaat ve İnşaat Aksamı, İnşaatta Kullanılmak Üzere Hazırlanmış Demir veya Çelik
7309.00 Demir veya Çelikten Depo, Sarnıç, Küvler vb Kaplar (Hacmi > 300 Lt ve Mekanik veya Termik Tertibatı
7310 Demir veya Çelikten Depo, Sarnıç, Küvler vb Kaplar (Hacmi <= 300 Lt ve Mekanik veya Termik Tertibatı
7311.00 Demir veya Çelikten Sıkıştırılmış veya Sıvı Hale Getirilmiş Gazlar İçin Kaplar
7318 Demir veya çelikten vida, civata, somun, tirfon, çengelli vida, perçin çivi, pim, kama, rondela (yaylanmayı sağlayıcı rondelalar dahil) vb eşya
7326 Demir veya çelikten diğer eşya
Alüminyum
7601 İşlenmemiş Alüminyum
7603 Alüminyum Tozları ve İnce Pulları
7604 Alüminyumdan Çubuklar ve Profiller
7605 Alüminyum Teller
7606 Alüminyum Saclar, Levhalar, Şeritler (Kalınlığı 0,2 mm. yi Geçenler)
7607 Alüminyumdan Yaprak ve Şeritler (Kalınlık <= 0, 2 mm)
7608 Alüminyumdan İnce ve Kalın Borular
7609.00.00 Alüminyum Boru Bağlantı Parçaları (Rakorlar, Dirsekler, Manşonlar vb.)
7610 Aluminyumdan inşaat (94.06'daki prefabrik yapılar hariç) , inşaat aksamı ve inşaat için aluminyum saclar, çubuklar,profiller, borular ve benzerleri
7611.00.00 Aluminyumdan depolar, sarnıçlar, küvler vb. kaplar (sıkıştırılmış/sıvı gaz için olmayan); hacmi > 300 Lt, mekanik/termik tertibatı bulunmayan
7612 Aluminyumdan depolar, fıçılar, variller, bidonlar vb. kaplar (sıkıştırılmış/sıvı gaz için olmayan); hacmi <= 300 Lt, mekanik/termik tertibatı olmayan
7613.00.00 Sıkıştırılmış veya sıvılaştırılmış gaz için aluminyumdan kaplar
7614 Aluminyumdan demetlenmiş teller, kablolar, örme halatlar ve benzerleri (elektrik için izole edilmemiş olanlar)
7616 Aluminyumdan diğer mamuller
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kuralları ve AB'nin diğer uluslararası yükümlülükleri ile uyumlu olarak tasarlanan SKDM sistemi aşağıdaki belirtilen şekilde çalışacaktır:
• SKDM'nin 2026 yılında yürürlüğe girmesi ile birlikte, AB'de yerleşik ithalatçılar ithal ettikleri ilgili ürünler için, sanki bahse konu ürünler AB'nin karbon fiyatlandırma kuralları kapsamında üretilmiş gibi belirlenen karbon fiyatına karşılık gelen karbon sertifikalarını satın alacaklardır.
• Diğer yandan, AB'de yerleşik olmayan bir üretici, ithal edilen malların üretiminde kullanılan karbon için AB dışındaki bir ülkede bir bedel ödediğini gösterebilirse, ilgili tutar SKDM kapsamında oluşan maliyetten tamamen düşülebilecektir.
• Dolayısıyla SKDM, AB üyesi olmayan ülkelerdeki üreticileri üretim süreçlerini yeşil hale getirmeye teşvik ederek karbon kaçağı riskini azaltmaya yardımcı olacaktır.
SKDM, belirli elektrik ithalatlarına yönelik bir düzenlemenin bulunduğu Kaliforniya gibi dünyanın çeşitli bölgelerinde halihazırda uygulanmaktadır. Kanada ve Japonya gibi bazı ülkeler de benzer girişimler planlamaktadır. Buna ek olarak IMF ve OECD gibi kuruluşlar bu tür tedbirlerin sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik uluslararası çabaları nasıl destekleyebileceğini incelemek üzere yakın zamanda çalışmalar yürütmüştür. G20 Maliye Bakanları, 9-10 Temmuz 2021 tarihli toplantılarının ardından yayınladıkları bildiride, karbon fiyatlandırma mekanizmalarının kullanımı konusunda daha yakın uluslararası koordinasyon gerekliliğini gündeme getirmişlerdir. Bu tarihten itibaren bir “İklim Kulübü” kurma çalışmaları devam etmektedir.
SKDM'den elde edilen gelirler, bütçe ve öz kaynaklara ilişkin 2020 Aralık dönemi Kurumlar Arası Anlaşması'nda belirtildiği üzere AB bütçesine aktarılacaktır.
SKDM, sistemin ithalatçılar tarafından sertifika satın alınmasına dayalı olması bakımından ETS ile aynı işlevi görmektedir. Sertifikaların fiyatı, € / ton CO2 salınımı olarak ifade edilen AB ETS tahsisatlarının haftalık ortalama açık artırma fiyatına bağlı olarak hesaplanacaktır. İthalatçılar, SKDM'de yer alabilmek ve SKDM sertifikaları satın alabilmek için, bireysel olarak ya da bir temsilci aracılığıyla SKDM'ye kayıt yaptırmak zorunda olacaklardır.
Nihai SKDM anlaşması, yeni mekanizmanın ilgili üye ülkenin yetkili makamları ile koordinasyon halinde Avrupa Komisyonu tarafından yürütülmesini öngörmektedir. Dolayısıyla Komisyon, beyanların incelenmesi ve doğrulanmasının yanı sıra SKDM sertifikalarının ithalatçılara satışı için oluşturulacak merkezi bir platformun yönetiminden sorumlu olacaktır. SKDM kapsamındaki ürünleri AB'ye ithal edebilmek için ithalatçıların her yıl 31 Mayıs'a kadar bir önceki yıl AB'ye ithal ettikleri malların miktarını ve bu mallardaki gömülü emisyonları beyan etmeleri gerekmektedir. Aynı zamanda, Komisyon'dan satın aldıkları SKDM sertifikalarını teslim etmelidirler.
SKDM, ithalatçıların AB ETS kapsamında AB'de yerleşik üreticilerle aynı karbon fiyatını ödemesini sağlayarak, AB'de üretilen ve başka ülkelerden ithal edilen ürünlere eşit muamele yapılmasını sağlayacak ve karbon kaçağını önleyecektir.[1]
SKDM Tüzüğü kapsamındaki ürünlerin ithalatı, mevcut durumda da olduğu gibi ya doğrudan ithalatçı firmalar ya da ithalatçı firmalar hesabına gümrük işlemlerini gerçekleştiren dolaylı gümrük temsilcileri tarafından yapılacaktır. Geçiş döneminde ithalatçılara yönelik olarak AB gümrük mevzuatında yer alan olağan kayıt süreçlerinin dışında bir onay/kayıt süreci öngörülmemektedir.
Bu dönemde, SKDM ürünlerini ithal eden ithalatçılar veya dolaylı gümrük temsilcileri, her bir çeyrek dönem için, o çeyrekte ithal ettikleri ürünlere ilişkin, takip eden ilk 1 ay içinde raporlama yapacaktır (SKDM Raporu). Örnek olarak, Ocak-Mart dönemi içinde yapılan ithalat için Nisan sonuna kadar SKDM Raporu sunulacaktır.
Çeyrek dönemler itibariyle yapılacak olan emisyon ve üçüncü ülkelerde ödenen karbon ücreti raporlamalarından ilki için geçerli tarih aralığı 1-31 Ocak 2024 olarak öngörülmektedir. İlk raporlama tarihi ihtiyaçlar doğrultusunda değiştirilse dahi her halükârda emisyonların bildirimi için 1 Ekim 2023 itibariyle veri toplanmaya başlanması veya bu tarihin sunulacak veri için başlangıç noktası olarak alınması gerekecektir.
Raporlamaya esas teşkil edecek emisyon izleme ve hesaplama metodolojileri üzerinde Avrupa Komisyonu tarafından oluşturulmuş bir uzman grubunun çalışmaları devam etmektedir. Geçiş dönemi uygulamasının ana unsuru raporlama olduğundan, SKDM Tüzüğü'nün yayımlanmasının ardından ilk çıkacak ikincil düzenlemeler arasında emisyon hesaplama ve raporlama metodolojileri yer alacaktır.
Dikkate alınması önemli olan bir diğer husus ise 1 Ekim 2023-31 Aralık 2025 tarihleri arasındaki geçiş döneminde gerçekleşen emisyonların raporlanmasında, doğrulama (verification) gerekliliğinin bulunmadığıdır. Bu çerçevede, raporlamalar için üçüncü taraf sera gazı doğrulama firmalarından doğrulama hizmeti alınması zorunlu değildir. Yukarıda da değinildiği gibi geçiş döneminde Komisyon, raporları periyodik olarak inceleyerek eksiklik ve olağan durumdan sapmaları tespit edecek ve üye ülke yetkili otoritelerine ithalatçılara yönelik cezai işlem gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi amacıyla düzenli bilgilendirmede bulunacaktır.[1]
Avrupa Komisyonu, 17 Ağustos 2023 tarihinde, Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması'nın (SKDM) geçiş döneminin uygulanmasına ilişkin usul ve esasları kabul etmiş olup geçiş dönemi 1 Ekim 2023 tarihinde başlayacak ve 2025 yılının sonuna kadar devam edecektir.[2] Uygulama Yönetmeliği, SKDM mallarının AB ithalatçılarına yönelik geçiş raporlama yükümlülüklerinin yanı sıra, SKDM mallarının üretim süreci sırasında açığa çıkan gömülü emisyonların hesaplanmasına yönelik geçiş metodolojisini ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Komisyon, hem ithalatçılara hem de üçüncü ülke üreticilerine yardımcı olmak amacıyla AB ithalatçıları ve AB dışı tesisler için yeni kuralların pratikte uygulanmasına ilişkin bir kılavuz yayınlamıştır. Aynı zamanda, ithalatçıların bu hesaplamaları yapmasına ve raporlamasına yardımcı olacak özel BT araçlarının yanı sıra, geçiş mekanizması başladığında işletmeleri destekleyecek eğitim materyalleri, web seminerleri ve eğitimlerin geliştirildiği belirtilmektedir. İthalatçılardan 1 Ekim 2023 itibarıyla dördüncü çeyrek verilerini toplamaları istenecek, ancak ilk raporlarının yalnızca 31 Ocak 2024 tarihine kadar sunulması gerekecek.[3] Uygulama Yönetmeliğine ve rehber dokümanlara bu linkten ulaşılabilir.
Sosyal İklim Fonu, üye devletler tarafından savunmasız hane halklarını, mikro işletmeleri ve ulaşım kullanıcılarını desteklemenin yanı sıra binalar, karayolu taşımacılığı ve ek sektörler için emisyon ticaret sisteminin fiyat etkileriyle başa çıkmalarına yardımcı olacak önlemleri ve yatırımları finanse etmek için kullanılacaktır. Fon esas olarak yeni emisyon ticaret sisteminden elde edilecek gelirlerle maksimum 65 milyar Euro'ya kadar finanse edilecektir (ulusal katkılarla desteklenmek üzere). 2026-2032 yıllarını kapsayacak şekilde geçici olarak kurulmuştur.[1] Fon ayrıca geçici doğrudan gelir desteğini de kapsayabilir.[2]
14 Ocak 2020 tarihli Avrupa Yeşil Mutabakatı Yatırım Planı ile Avrupa Komisyonu'nun AB Yeşil Tahvil Standardı (EU Green Bond Standard - EUGBS) kuracağı duyurulmuştur. EU GBS'nin amacı gönüllülük temelinde sürdürülebilir yatırım finansmanı için tahvil standardı oluşturmaktır.[1] Söz konusu düzenlemenin hem ihraççılar hem de yeşil tahvil yatırımcıları için yararlı olacağı öngörülmektedir.[2] AB içi ve AB dışından yeşil tahvil ihraççılarına açık olması planlanan EU GBS için önerilen çerçevede dört ana şart bulunmaktadır: tahvilin topladığı fonun AB taksonomisine uygun projelere tahsis edilmesi, detaylı raporlama ile tahvil gelirlerinin dağıtımında şeffaflığın sağlanması, düzenleme ve taksonomiye uyumunun dış denetçiler tarafından gözden geçirilmesi ve söz konusu dış denetçilerin European Securities Markets Authority (ESMA) tarafından denetlenmesidir.[3] Avrupa Yeşil Tahvil Standartları'nın mevcut standartlarına (ICMA Green Bond Principles, Climat Bonds Initiative Climat Bonds Standards) uyumlu olması hedeflenmektedir.[4] 6 Haziran 2021'de Avrupa Komisyonu önerisini yayınlamıştır.[5] 7 Eylül 2021 tarihli Yeni Nesil AB Yeşil Tahvil Çerçevesi ile 2026 sonuna kadar yaklaşık 250 milyar Euro tutarındaki yeşil tahvilin piyasalardan ihraç edilmesi öngörülmektedir.[6] 2 Kasım 2021'de ise Avrupa Parlamentosu Komisyon'un önerdiği metne dair tadilatları yayınlamıştır.[7] Konsey teklife ilişkin tutumunu 13 Nisan 2022'de belirlemiştir. Üçlü görüşmeleri 12 Temmuz 2022'de başlamıştır. Güncel durumda Konsey müzakereciler ve Avrupa Parlamentosu Avrupa yeşil tahvillerinin oluşturulması konusunda geçici bir anlaşmaya varmıştır.[8]
[1] https://ec.europa.eu/info/business-economy-euro/banking-and-finance/sustainable-finance/european-green-bond-standard_en
[3] https://finance.ec.europa.eu/sustainable-finance/tools-and-standards/european-green-bond-standard_en
[5] https://finance.ec.europa.eu/sustainable-finance/tools-and-standards/european-green-bond-standard_en
[6] https://www.ab.gov.tr/siteimages/birimler/empb/yayinlar/abb_ab_aratirmalari_srdrlebilir_finans.pdf
[7] https://www.icmagroup.org/News/news-in-brief/analysis-of-the-amendments-to-the-eugb-regulation-proposed-by-the-rapporteur-of-the-eu-parliament/
[8] https://www.consilium.europa.eu/en/press/press-releases/2023/02/28/sustainable-finance-provisional-agreement-reached-on-european-green-bonds/
Paris Anlaşması'nın baz aldığı ülkelerin kendi hazırladıkları sera gazı emisyon azaltımlarına dair beyandır. Paris Anlaşması, Ulusal Katkı Beyanları'nın (NDCs) dönemsel olarak gözden geçirilmesi ve hedeflerin tedricen yükseltilmesini öngörmektedir.
Türkiye'nin 30 Eylül 2015 tarihinde sunduğu Ulusal Katkı Beyanına göre sera gazı emisyonlarının 2030 yılında referans senaryoya kıyasla artıştan %21 oranına kadar azaltılması öngörülmekteydi. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 27.Taraflar Konferansı Üst Düzey Bakanlar Toplantısı'nda Türkiye'nin 2030 yılı için Ulusal Katkı Beyanının güncellediğini belirtti. Türkiye'nin artıştan azaltım hedefi yeni açıklamayla %41'e yükseltildi[1].
Karbon fiyatlama devletlerin geniş iklim stratejileri kapsamında kullanabilecekleri maliyet etkin bir araçtır. Genel olarak karbon fiyatlama araçları doğrudan ve dolaylı olmak üzere ikiye ayrılabilir. Doğrudan karbon fiyatlamada ilgili ürün ya da faaliyetin sera gazı salımı ile orantılı olarak bir fiyat teşviki uygulanır. Bunun örnekleri arasında karbon vergisi ve Emisyon Ticaret Sistemi bulunmaktadır. Diğer yandan dolaylı karbon fiyatlamada salınan emisyon ile orantılı olmadan karbon emisyonuyla ilgili ürünün fiyatında değişiklik yapılır. Örnek olarak yakıt ve emtia vergileri, enerji tüketicilerini etkileyen yakıt sübvansiyonları verilebilir. Düzenleme ve yatırım teşvikleri ise bu kategoriye girmemektedir. Nisan 2022 itibarıyla dünya genelinde 68 karbon fiyatlama aracı (carbon pricing instruments-CPI) işler halde olup üç tanesinin uygulaması içinse planlama yapılmıştır. Uygulanmakta olan karbon fiyatlama araçları dünya toplam sera gazı emisyonlarının yaklaşık %23'ünü kapsamaktadır.[1]
Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) karbon fiyatlandırması için ortaya çıkan piyasa araçlarından biridir. ETS mekanizması iklim krizine neden olan karbondioksit ve diğer sera gazlarının azaltılması hedefi doğrultusunda geliştirilmiştir. Çok disiplinli bir anlayışla dizayn edilmiş anlaşılması zor bir konsept olan Emisyon Ticaret Sistemi'nin amacı, şirketleri düşük emisyonlu üretim modellerine geçmeye teşvik etmektir. ETS ile sera gazı emisyonu üst sınır belirlenip karbon tahsisatı yapılabileceği (cap-and-trade system) gibi taban ve kredi sistemi (baseline-and-credit system) de kullanılabilir. ETS ve emisyon tahsisatları dahilinde emisyonlara bir üst sınır veya mutlak sınır uygulayan üst sınır ve ticaret sistemleri, üst sınıra eşdeğer emisyon miktarı için genellikle ücretsiz olarak dağıtılmakta veya açık artırma yoluyla satılmaktadır. Taban ve kredi sistemleri bireysel düzenlenmiş kuruluşlar için temel emisyon seviyelerinin tanımlandığı ve emisyonlarını bu seviyenin altına düşüren kuruluşlara kredilerin verildiği sistemlerdir. Bu krediler, temel emisyon seviyelerini aşan diğer kuruluşlara satılabilmektedir[1].
ETS'de karbonun fiyatı emisyon tahsisatı veya emisyon kredilerinin arz ve talebiyle belirlenmektedir.[2] Nisan 2022 itibarıyla dünya genelinde uygulandığı ve uygulamasının planlandığı yer sayısı 34'tür. 2021 yılında ilk defa ETS'den elde edilen gelir karbon vergisinden elde edilen geliri aşmıştır.[3] ETS'nin sağlıklı işleyebilmesi için piyasa istikrarı, tahsisat fiyatı ve maliyetler arasında denge sağlayacak kuralların doğru bir şekilde belirlenmesi gerekmektedir.[4]
Karbon vergisi Emisyon Ticaret Sistemi (Emission Trading System-ETS) gibi karbon fiyatlandırması için kullanılan piyasa araçlarından biridir. Karbon vergisi, karbon emisyonuna yol açan fosil yakıtların karbon ve eşdeğer karbon içeriğine göre vergilendirilmesini esas almaktadır. Kısaca ton karbondioksit başına bir fiyat tanımlayarak doğrudan karbon için bir fiyat belirlemektedir[1]. O nedenle karbon vergisinde bir esneklik yok, sabit bir ücret var ve ücretten yola çıkılarak sistem dizayn edilmektedir. ETS, emisyon seviyesinden başlamaktadır. ETS'de çevresel olarak hedeflerin tutturulması için emisyon sınırlaması getirilmektedir. Karbon vergisinde önce ödenecek miktar belirlenmekte ve emisyon miktarı piyasadaki aktörlerin hareketine göre şekillenmektedir. ETS'de ise emisyon miktarı belirlenirken karbon ücreti belirsiz kalmaktadır. Nisan 2022 itibarıyla Dünya genelinde uygulanan veya uygulanması planlanan karbon vergisi mekanizması sayısı 37'dir. Karbon vergi oranları 2021'de ve 2022'nin başında, her ne kadar ETS kadar olmasa da artmıştır. Tarihsel olarak bakıldığında karbon vergileri genellikle ETS'den daha fazla gelir sağlamıştır. Ancak 2021 yılında karbon vergisi ETS'nin gerisine düşmüştür. Bunda ETS fiyatlarının sabit fiyatlı araçlara kıyasla çok daha hızlı arttığını göstermektedir. Bunun yanı sıra ücretsiz tahsisat yerine açık artırmayla yapılan tahsisatın payının artması da etkili olmuştur. [2] [3]
[1] https://carbonpricingdashboard.worldbank.org/what-carbon-pricing
[2] https://openknowledge.worldbank.org/handle/10986/37455 , 13, 15, 20, 27.
Emisyon Ticaret Sistemi'nde üst sınır top-down ve bottom-up olmak üzere iki yaklaşımla belirlenmektedir. Top-down yaklaşımında çevresel hedefler dikkate alınarak bir üst sınır belirlenmektedir. Bottom-up yaklaşımında ise sektörlerin emisyon azaltım kapasiteleri dikkate alınarak hedefler belirlenmektedir. Üst sınır belirlenirken sabit üst sınır ve değişken üst sınır olmak üzere iki yöntem bulunmaktadır. Sabit üst sınır çevresel kesinlik sağlamaktadır. Ekonominin yavaşlaması halinde ETS verimsiz olmaktadır. Değişken üst sınır ekonomik performansa göre değişmektedir. Ekonomi yavaşladığında üst sınır daralmaktadır. Güvenilir ekonomik performans verisine ihtiyaç duyulmaktadır.
Ücretsiz dağıtım ve açık artırma ile satış olmak üzere iki şekilde dağıtılmaktadır. Ücretsiz tahsisatta sektörlerin tarihsel emisyonlarına bakılmaktadır. Burada grandfathering ve benchmarking olmak üzere iki yöntem bulunmaktadır. Grandfathering geçmişteki emisyonlara bakılarak tahsisat yapılması anlamına gelirken benchmarking de sektörlerin performansları kıyaslanmaktadır. Geçmiş verilerin mevcut olması halinde grandfathering yaklaşımının basit olduğu söylenebilir. AB Emisyon Sistemi'nin de pilot aşamasında kullanılmıştır. Kıyaslama yaklaşımı, belirli bir emisyon seviyesinin altında performans gösteren şirketlere ücretsiz tahsisat sağlamaktadır. Daha yüksek çevresel performansı teşvik ettiği ve ödüllendirdiği söylenebilir. Bu yaklaşım, karmaşık endüstriyel süreçlerin anlaşılmasını ve yüksek düzeyde veri erişimi gerektirmektedir[1]. Açık artırma kısmı ise fonların oluşmasına neden olan kaynağı oluşturmaktadır.
SKDM kapsamında mali yükümlülüklerin doğacağı asıl uygulama döneminin başlangıcı olan 1 Ocak 2026 tarihi itibariyle, düzenleme kapsamındaki ürünlerin ithalatı sadece “yetkilendirilmiş SKDM yükümlüsü (authorized CBAM declarant)” tarafından yapılabilecektir. Bu dönemde de ithalatın/gümrük işlemlerinin doğrudan ithalatçı firma veya gümrük müşavirleri (dolaylı gümrük temsilcileri) aracılığıyla yapılması mümkün olacaktır.
Mali yükümlülüklerin tahsili açısından SKDM yükümlüsünün yetkilendirilme kriterleri arasında yerleşiklik şartı getirilmektedir. Bu çerçevede, yetkilendirilmiş SKDM yükümlüsünün, esas olarak doğrudan AB'de yerleşik olan ithalatçı olması öngörülmektedir. Ancak AB'de yerleşik bir ithalatçı firmanın yine AB'de yerleşik dolaylı gümrük temsilcisi, rızası olması halinde, yetkilendirilmiş SKDM yükümlüsü olabilecektir. AB'de yerleşik olmayan ithalatçılar için ise yetkilendirilmiş SKDM yükümlüsü sadece ithalatçı firmanın AB'de yerleşik dolaylı gümrük temsilcisi olabilecektir.[1]
SKDM'ye tabi ürünler ile ilgili gömülü emisyonlara ilişkin bilgiler, AB dışında yerleşik üreticiler tarafından AB'de kayıtlı ithalatçılara iletilmelidir. Talep edilen bilgilerin mevcut olmaması durumunda, AB ithalatçıları satın almaları gereken sertifika sayısını belirlemek üzere her bir ürün için CO2 emisyonlarına ilişkin varsayılan değerleri (nihai sistem devreye girdikten sonra da) kullanabileceklerdir. Bununla birlikte, ithalatçılar bir mutabakat prosedürü ile birlikte gerçekleşen emisyonları gösterebilecek ve buna göre uygun sayıda SKDM sertifikası teslim edebileceklerdir.[1]
Prensip olarak, AB üyesi olmayan tüm ülkelerden yapılan ithalat SKDM kapsamına girecektir. Bununla birlikte, ETS'ye katılan veya AB'nin emisyon ticaret sistemine bağlı olan bazı üçüncü ülkeler mekanizmanın dışında tutulacaktır. Bu durum Avrupa Ekonomik Alanı üyeleri ve İsviçre için geçerlidir.
SKDM, elektrik piyasalarını AB ile entegre etmek isteyen ülkelerde üretilen ve bu ülkelerden ithal edilen elektriğe, bu elektrik piyasaları tam olarak entegre olana kadar uygulanacaktır. Belirli yükümlülük ve taahhütlerin uygulanmasına bağlı katı koşullar altında, bu ülkeler mekanizmadan muaf tutulabilir. Böyle bir durumda AB verilen muafiyetleri 2030 yılında yeniden gözden geçirecek olup, bu tarihten itibaren söz konusu ülkelerin taahhüt ettikleri karbonsuzlaştırma tedbirlerini ve AB'ninkine eşdeğer bir emisyon ticaret sistemini uygulamaya koymuş olmaları gerekmektedir.[1]
SKDM teklifini hazırlarken Komisyon, hem kamuya açık bir şekilde görüşleri toplamış hem de belirli paydaşlara danışmak yoluyla geniş çaplı istişarelerde bulunmuştur. Buna ek olarak Komisyon, AB ve AB dışı ülkelerdeki kamu yetkilileri, iş dernekleri, bireysel şirketler ve STK'lar ile kapsamlı ikili istişarelerde bulunmuştur. Temel malzeme sektörlerinden, derneklerden, üreticilerden, STK'lardan üst düzey yöneticiler ve politika yapıcılar ile hedefe yönelik istişareler gerçekleştirilmiştir.
Bahse konu geçiş dönemi boyunca, mekanizmanın sorunsuz bir şekilde uygulanmasını sağlamak, mümkün olan alanlarda sinerji oluşturmak ve küresel olarak etkili karbonsuzlaştırma yöntemlerini teşvik etmek amacıyla, sanayi ve ilgili ülkeler ile işbirliğinde çalışmaya devam edilecektir.[1] Bu çalışmalar, Komisyon'un 2025 yılı ortasına kadar tamamlayacağı ve 1 Ocak 2026'da SKDM hayata geçtiğinde kullanılacak nihai metodolojiyi de belirleyecek olan yönetmeliğin geliştirilmesine yardımcı olacaktır.
Aynı zamanda Avrupa Komisyonu, OECD'deki İklim Değişikliğini Azaltma Yaklaşımları İçin Kapsayıcı Forum (IFCMA) ve G7 tarafından desteklenen İklim Kulübü gibi dünya çapında etkili iklim değişikliğinin etkilerini azaltma politikalarının tasarlanması ve uygulanmasına ilişkin çabaları tam olarak desteklemekte ve bunlara katılmaktadır.
AB ayrıca imalat sanayilerinin karbonsuzlaştırılmasına yönelik olarak düşük ve orta gelirli ülkelerle işbirliği yapmaya hazırdır. Birlik ayrıca daha az gelişmiş ülkeleri gerekli teknik yardımla destekleyecektir.
Denkleştirmeler, ETS kapsamı dışındaki proje bazlı faaliyetlerden elde edilen ve uygunluk için kullanılabilecek emisyon azaltımlarıdır. Denkleştirmeler emisyon üst sınırını büyütmekte ve maliyetleri azaltmaktadır. Fakat, ETS'nin genel hedefi ile tutarlı denkleştirme kullanım kuralları belirlemek ve üst sınırı tanımlarken denkleştirmeleri göz önüne almak önemlidir[1].
Bankalama (banking) ve ödünç alma (borrowing), ETS safhaları üzerinde esneklik sağlayan iki yöntemdir. Bankalama, ETS'nin bir emisyon azaltım yılında (veya safhasında) piyasaya sürülen tahsisatların ETS'nin sonraki yıllarında (veya safhalarında) kullanılmasıdır. Ödünç alma ise gelecek emisyon azaltım dönemlerine ait tahsisatların mevcut ETS dönemi için kullanılmasıdır.[1]
Bu protokolü imzalayan ülkeler, karbon dioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa karbon ticareti yoluyla haklarını arttırmaya söz vermişlerdir. Protokol, ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını 1990 yılındaki düzeylere düşürmelerini gerekli kılmaktadır. 11 Aralık 1997'de imzalanan protokol, 16 Şubat 2005'te yürürlüğe girebilmiştir. Şu an 192 protokol tarafı mevcuttur.[1] Kyoto Protokolü Ek-B 37 sanayileşmiş ülke, geçiş aşamasındaki ve AB'deki ülke için bağlayıcı emisyon azaltım hedefleri ortaya koymaktadır.
Türkiye, Kyoto Protokolüne 26 Ağustos 2009 tarihinde taraf olmuştur. Protokol, 2020 yılında sona ermiştir. 2020 yılı sonrası için Paris Anlaşması kabul edilmiştir.
1992 yılında Rio de Janeiro'da düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) Çevre ve Kalkınma Konferansı'nda imzaya açılan BMİDÇS, 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir.[1] Sözleşmeyi onaylayan 198 ülke, sözleşmeye taraf olarak adlandırılmaktadır[2]. BMİDÇS taraf ülkeleri, sera gazı emisyonlarını azaltmaya, araştırma ve teknoloji üzerinde iş birliği yapmaya ve sera gazı yutaklarını (örneğin ormanlar, okyanuslar, göller) korumaya teşvik etmektedir.[3]
Ülkemiz Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne 24 Mayıs 2004 tarihinde katılmıştır. 198 ülkenin taraf olduğu sözleşme, sera gazı emisyonlarının azaltılmasında ülkelerin kalkınma önceliklerini ve özel koşullarını göz önüne almaktadır. Bu doğrultuda “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” ilkesini benimsemektedir.
Ek–1 Ülkeleri: Bu grupta yer alan ülkeler, sera gazı emisyonlarını sınırlandırmak, sera gazı yutaklarını korumak ve geliştirmek, ayrıca, iklim değişikliğini önlemek için aldıkları önlemleri ve izledikleri politikaları bildirmek ve mevcut sera gazı emisyonlarını ve emisyonlarla ilgili verileri iletmekle yükümlüdürler. Bu grup iki ülke kümesinden oluşmaktadır. Birinci grupta 1992 yılı itibarıyla OECD üyesi olan ülkeler (bunların içinde Türkiye de vardır) ve AB, ikinci grupta ise Pazar Ekonomisine geçiş sürecindeki ülkeler yer almaktadır. Ek-1'de toplam 42 ülke ve AB bulunmaktadır.
Ülkemiz, BMİDÇS müzakereleri altında kendine özgü bir konuma sahiptir. Bu kapsamda Türkiye, Ek-I kapsamında olup da geçiş ekonomisi olmayan ve “özel şartları” Taraflar Konferansı kararlarıyla kabul edilmiş olan tek ülkedir. [1]
Ek–II Ülkeleri: Bu gruptaki ülkeler, birinci grupta üstlendikleri yükümlülüklere ilaveten çevreye uyumlu teknolojilerin özellikle gelişme yolundaki taraf ülkelere aktarılması veya bu teknolojilere erişimin teşvik edilmesi, kolaylaştırılması ve finanse edilmesi hususlarında her türlü adımı atmakla sorumlu kılınmışlardır. Ek-II'de 23 ülke ve AB yer almaktadır. [2]
Ek Dışı Ülkeler: Bu ülkeler, sera gazı emisyonlarını azaltmaya, araştırma ve teknoloji transferine ilişkin iş birliği yapmaya ve sera gazı yutaklarını korumaya teşvik edilmekte, ancak belirli bir yükümlülük altına alınmamaktadırlar. Bu grupta 154 ülke bulunmaktadır.[3]
"Ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler" ilkesi 1992'de gerçekleşen Rio Dünya Zirvesi'nin ardından imzaya açılan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nde yer almaktadır. Bu ilke, tüm ülkelerin çevrenin korunmasına ve sürdürülebilir kalkınmanın inşasına katkıda bulunması gerektiğini ancak bu amaca ulaşmak için ülkelerin çevresel bozulmada oynadığı rolün büyüklüğü ve sosyo-ekonomik koşullarının dikkate alınarak sorumlulukların yüklenmesini ifade etmektedir.
Binyıl Kalkınma Hedefleri, 2000 yılında yoksullukla savaşmak için tüm dünyanın kabul ettiği ortak bir gündemdir. 2000 yılında Birleşmiş Milletler'in New York Binyıl Zirvesi'nde karar alınmıştır. Birleşmiş Milletler'e üye olan 192 ülke tarafından kabul edilen ve 2015 yılına kadar yerine getirilmesi planlanan sekiz hedefi kapsamaktadır. Aşırı yoksulluğun ve açlığın yok edilmesi, evrensel ilköğretimin sağlanması, cinsiyet eşitliğinin teşvik edilmesi ve kadınların güçlendirilmesi, çocuk ölüm oranının azaltılması, anne sağlığının iyileştirilmesi, HIV/AIDS, sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele edilmesi, çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması, kalkınmaya yönelik küresel iş birliğinin geliştirilmesi söz konusu sekiz hedeftir.
Paris Anlaşması, 2015 yılında Paris'te düzenlenen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 21. Taraflar Konferansı'nda kabul edilmiştir. Anlaşma, 5 Ekim 2016 itibariyle, küresel sera gazı emisyonlarının %55'ini oluşturan en az 55 tarafın anlaşmayı onaylaması koşulunun karşılanması sonucunda, 4 Kasım 2016 itibariyle yürürlüğe girmiştir. İklim krizinin önüne geçmek için küresel ortalama yüzey sıcaklığındaki artışı 2 derece ile sınırlandırmayı ve mümkünse 1,5 derecenin altında tutmayı amaçlamaktadır. Türkiye, Paris Anlaşması'nı 22 Nisan 2016 tarihinde imzaladı. 7 Ekim 2021'de Paris Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun yürürlüğe girdi.
Gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin günümüz kuşaklarının ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir kalkınma modeli olarak tanımlanmaktadır. [1] Sürdürülebilir kalkınma tanımı ilk defa 1986 yılında Brundtland Raporu'nda yapılmıştır. Sürdürülebilir kalkınmaya dair küresel hedefler ilk defa 2000 yılındaki Bin Yıl Kalkınma Hedefleri ile ortaya konmuştur.[2]
Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA), diğer bir deyişle Küresel Amaçlar Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler tarafından 2030 sonuna kadar ulaşılması amaçlanan hedefleri içeren bir evrensel eylem çağrısıdır. Ocak 2016'da yürürlüğe girmiştir. 17 ana başlıktan oluşan sosyal, kültürel ve ekolojik meselelerin çözümüne odaklanmaktır. [1]
- Yoksulluğa Son
- Açlığa Son
- Sağlık ve Kaliteli Yaşam
- Nitelikli Eğitim
- Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
- Temiz Su ve Sanitasyon
- Erişilebilir ve Temiz Enerji
- İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme
- Sanayi, Yenilikçilik ve Altyapı
- Eşitsizliklerin Azaltılması
- Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar
- Sorumlu Üretim ve Tüketim
- İklim Eylemi
- Sudaki Yaşam
- Karasal Yaşam
- Barış, Adalet ve Güçlü Kurumlar
- Amaçlar için Ortaklıklar
AB'nin 11 Aralık 2019'da açıkladığı 2050 yılında karbon-nötr ilk kıta olma hedefini ve yeni büyüme stratejisini ortaya koyduğu yol haritasıdır.[1] Plan 2050'de karbon nötr olma, temiz ve döngüsel ekonomi için kaynakların etkin kullanımını teşvik etme, biyoçeşitlilik ve kirlilik azaltımı için somut eylemleri içermektedir. Avrupa Yeşil Mutabakatı tüm sektörleri içermekte olup Avrupa Komisyonu temiz enerji, sürdürülebilir sanayi, inşaat ve renovasyon, sürdürülebilir ulaşım, biyoçeşitlilik, tarladan sofraya, kirlilik önleme, iklim eylemi politika alanlarını kapsamaktadır. Gereken yatırım ve erişilebilir finansman araçlarını ortaya koymaktadır.
T.C. Ticaret Bakanlığı tarafından ülkemizin kalkınma hedefleri doğrultusunda sürdürülebilir ve kaynak-etkin bir ekonomiye geçişini desteklemeyi amaçlayan 9 ana başlık altında toplam 32 hedef ve 81 eylemi içeren eylem planıdır. Avrupa Yeşil Mutabakatı ile öngörülen kapsamlı değişiklikler başta olmak üzere dönüşüme zamanlıca uyum sağlanması ve karşı karşıya kalacağımız risklerin fırsata çevrilmesi amacıyla Bakanlık liderliğinde kamu kurum ve kuruluşları ve özel sektör iş birliği içerisinde hazırlanmıştır. Eylem Planına ilişkin Cumhurbaşkanlığı Genelgesi 16.07.2021 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanmıştır.[1]
Avrupa Birliği için 2030 iklim ve enerji hedeflerini karşılamak ve Avrupa Yeşil Mutabakat hedeflerine ulaşmak amacıyla yatırımların sürdürülebilir proje ve faaliyetlere yönlendirilmesi hayati önem taşımaktadır. Covid-19 salgını da ekonomilerin, işletmelerin ve toplumların iklim ve çevresel şoklara karşı daha dayanıklı hale getirilmesi için yatırımların sürdürülebilir projelere yönlendirilmesi ihtiyaçlarını güçlendirmiştir. Bunun için ortak bir dil ve neyin 'sürdürülebilir' olduğunun net bir tanımının yapılması gerekliliği ortaya çıktı. O nedenle sürdürülebilir büyümenin finansmanına ilişkin eylem planı önerilmiştir. Sürdürülebilir Finansman Eylem Planı ile birlikte Avrupa Komisyonu, Komisyon tarafından tanımlanan AB taksonomini benimsemiştir. AB taksonomisi, çevresel açıdan sürdürülebilir ekonomik faaliyetlerin listesini oluşturan bir sınıflandırma sistemidir.[1]AB taksonomisi şirketler, yatırımcılar ve politika yapıcılar için hangi ekonomik faaliyetlerin çevresel açıdan sürdürülebilir görüleceğine dair tanımlar sunmaktadır. Taksonomi Düzenlemesi 22 Haziran 2020 yılında AB resmi gazetesinde yayınlanmış olup 12 Temmuz 2020 tarihinde yürürlüğe girmiştir. AB taksonomisi, Avrupa'nın Paris Anlaşması kapsamındaki iklim taahhütlerini yerine getirmesine yardımcı olmak için yeni Sürdürülebilir Finans stratejisinin önemli bir aracıdır. Çevresel amaçlardan iklim değişikliğinin azaltılması ve iklim değişikliğine uyum kapsamında yürütülen faaliyetlerin hem finansal hem de finansal olmayan kuruluşlar için 1 Ocak 2022'den, diğer 4 amaç kapsamında yürütülen faaliyetlerin ise 1 Ocak 2023'ten itibaren açıklanması beklenmektedir. [2]
[1] https://finance.ec.europa.eu/sustainable-finance/tools-and-standards/eu-taxonomy-sustainable-activities_en
[2] https://ec.europa.eu/info/business-economy-euro/banking-and-finance/sustainable-finance/eu-taxonomy-sustainable-activities_en
AB taksonomisinin hedefleri:
- İklim değişikliğinin azaltılması,
- İklim değişikliğine uyum,
- Su ve deniz kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı ve korunması,
- Döngüsel ekonomiye geçiş,
- Kirliliğin önlenmesi ve kontrolü,
- Biyoçeşitliliğin ve ekosistemlerin korunması ve restorasyonudur.
AB taksonomisi ile hayata geçirilmesi planlanan düzenlemeler ile yalnızca “yeşil” bir sınıflandırma değil, ayrıca “kahverengi veya kırmızı” faaliyetleri içerecek şekilde bir detaylandırma da öngörülmektedir. Kahverengi kriter ile birlikte taksonomi yapısı içinde üç performans seviyesinin yaratılması beklenmektedir; önemli katkı (yeşil), ciddi zarar (kahverengi veya kırmızı) ve ne önemli katkı sağlayan ne de ciddi derecede zarar veren orta kategori. [1]
Sera Gazı Protokolü, kamu ve özel sektör kuruluşlarının emisyonları ölçmesi için ana küresel standarttır. Standartlar operasyonlar, değer zincirleri ve iklim değişikliği azaltma eylemleri için geçerlidir. Sera Gazı protokolü, şirketlerin sera gazı emisyonlarını hesaplamak ve raporlamak için kullanabilecekleri uluslararası bir standart ihtiyacını ele almak için 1998 yılında oluşturulmuştur. İlk kurumsal standart 2001 yılında yayınlanmıştır.[1] Sera Gazı Protokolü (Greenhouse Gas Protocol) en geniş kapsamda kullanılan, uluslararası karbon hesaplama aracıdır. Dünya Kaynakları Enstitüsü ve Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi ortaklığı sonucu ortaya çıkmıştır. [2]
Sera Gazı Protokolü (Greenhouse Gas Protocol) sera gazlarını üç kapsama ayırmaktadır. Kapsam 1 emisyonlar sahip olunan ya da kontrol edilen kaynakların doğrudan emisyonlarını göstermektedir. Diğer deyişle doğrudan üreticinin sorumluluğu olarak görülen emisyonlardır. Örnekleri şu şekilde sıralayabiliriz:
• Sabit yakma (kazan, fırın, türbin, ısıtıcı, incinerator, motor vb),
• Mobil yakma (otomobil, kamyon, gemi, uçak gibi),
• Proses emisyonu (Çimento üretiminde kalsinasyon kaynaklı CO2, petrokimya endüstrisinde katalitik kraking prosesinden kaynaklı CO2, alüminyum ergitmede PFC emisyonları gibi),
• Kaçak emisyonlar (ekipman bağlantılarından, atıksu arıtma tesisinden, soğutma kulelerinden, gaz işleyen tesislerden kaynaklananlar gibi).
Kapsam 2 emisyonlar satın alınan elektriğin, tüketilen buharın, ısının ve soğutmanın tüketiminden kaynaklanan dolaylı emisyonlarla ilgilidir. Çoğu zaman, elde edilen elektrik kapsam 2 emisyonlarının tek kaynağıdır. İletim ve dağıtım sırasında enerji kullanılıyorsa, kapsam 3 emisyonlarına girmektedir.
Kapsam 3 emisyonları, bir değer zinciri tarafından üretilen ve kapsam 2'ye dahil edilmeyen diğer tüm dolaylı emisyonları içermektedir. Şirketin operasyonlarıyla ilgilidir. Örnekleri şu şekilde sıralayabiliriz:
• Satın alınan mal ve hizmetler (bu mal ve hizmetlerin satın alınmadan önce üretilmesiyle ilgili tüm emisyonlar dahil),
• İş seyahati (hava ve demiryolu seyahati, taksi kullanımı gibi) ve çalışanların işe gidiş gelişleri,
• Atıkların bertarafı (depolama alanları, atık su arıtma),
• Nakliye ve dağıtım.
Şirketlerin ürünlerinin karbon ayak izini nitelendirmeleri için gerekli gereksinimleri tanımlayan uluslararası bir standarttır. Temel amacı, bir ürünün yaşam döngüsünün her aşamasında üretilen sera gazı emisyonlarını belirlemektedir.[1]
Yaşam döngüsü değerlendirmesi, bir ürünün yaşam döngüsü boyunca yani doğal kaynak elde edilmesinden üretim ve kullanım aşamasında atık yönetimine kadar potansiyel çevresel etkileri değerlendirmek için bir araçtır.[1] Yaşam döngüsü değerlendirmesi temel olarak ilgili çevresel yüklerin tanımlanması ve miktarının belirlenmesi, bu yüklerin potansiyel çevresel etkilerinin değerlendirilmesi ve bu çevresel etkileri azaltmak için mevcut seçeneklerin değerlendirilmesini kapsamaktadır.[2]
Eko etiket, tüketicilerin ve kurumsal alıcıların belirli çevresel performans kriterlerini karşılayan ve bu nedenle 'çevresel olarak tercih edilebilir' olarak kabul edilen ürünleri hızlı ve kolay bir şekilde tanımlamalarına yardımcı olabilecek ürün ambalajına veya e-kataloglara yerleştirilen işaretlerdir. [1]
Çevre etiketi ham madde temin sürecinden bertaraf sürecine kadar geçen süreçte çevresel etkileri azaltılmış ürünleri/hizmetleri teşvik etmek ve tüketicilere doğru, yanıltıcı olmayan, bilimsel temelli bilgi sağlamak için oluşturulmuştur. Çevre etiketi edinilmesinde bir zorunluluk yoktur, bu gönüllü bir uygulamadır.[1] Elde yıkama bulaşık deterjanı, kişisel bakım ve kozmetik grubu ürünleri, turistik konaklama hizmet grubu, tekstil grubu, seramik kaplama ürünleri, temizlik kâğıdı grubu ürünleri için başvuru yapılabilir.[2] Kriterleri yayımlanan sektörlerde; üreticiler, imalatçılar, ihracatçılar, ithalatçılar, hizmet sağlayıcıları, toptancı ve perakende satıcıları çevre dostu etiketine başvuru yapabilir. [3] Çevre etiketi kullanımı 4 yıl süre için verilir. [4]Süre bitiminden 180 gün önce talep edilmesi halinde Bakanlık tarafından teknik inceleme komisyonuna yaptırılan değerlendirme sonucunda süre uzatılabilir.[5]
29 Mart 2023'te TÜİK tarafından yayımlanan Sera Gazı Emisyon İstatistikleri'ne göre 2021 yılı 564.4 milyon ton karbondioksit eşdeğeri olan toplam sera gazı emisyonlarının 402.5 milyon tonu (%71.3) enerji sektöründen; 75.1 milyon tonu (%13.3) endüstriyel işlemler ve ürün kullanımından; 72.1 milyon tonu (%12.8) tarımdan; 14.7 milyon tonu (%2.6) ise atık sektöründen kaynaklanmaktadır.[1]
29 Mart 2023'te TÜİK tarafından yayımlanan Sera Gazı Emisyon İstatistikleri'ne göre 2021 yılı toplam sera gazı emisyonları bir önceki yıla göre %7.7 artışla 564.4 milyon ton karbondioksit eşdeğerine çıkmıştır. Kişi başı toplam sera gazı emisyonu ise 1990 yılında 4 ton karbondioksit eşdeğeri iken 2020 yılında 6.3 ton; 2021 yılında ise 6.7 karbondioksit eşdeğeri olarak hesaplanmıştır.[1]
29 Mart 2023'te TÜİK tarafından yayımlanan Sera Gazı Emisyon İstatistikleri'ne göre 2021 yılında 564.4 milyon ton karbondioksit eşdeğeri olarak hesaplanan toplam sera gazı emisyonlarının 452.7 milyon ton karbondioksit eşdeğeri (%80.2) CO2; 64.0 milyon ton karbondioksit eşdeğeri (%11.3) CH4; 40.3 milyon ton karbondioksit eş değeri (%7.1) N2O; 7.4 milyon ton karbon eş değeri (%1.3) F-gazlardır. [1]
2005 yılında kurulmuştur. AB ETS dünyanın ilk uluslararası emisyon ticaret sistemidir. İlk aşama 2005-2007 yılları arasında pilot uygulama olarak gerçekleşmiştir. Bu aşamada enerji yoğun sektörler ve enerji santrallerindeki karbon emisyonları ele alınmıştır. Ton başına 40 euro uymama cezası vardı. İkinci aşama 2008-2012 yılları arasında gerçekleşmiştir. 3 yeni (İzlanda, Lihteynştan, Norveç) ülke katılmıştır. Ücretsiz karbon dağıtım oranı yaklaşık %90 civarında gerçekleşmiştir. Uymama cezası yaklaşık 100 Euro'dur. 3.aşama 2013-2020 yılları arasında olup ilk 2 aşamaya göre sistem oldukça değişmiştir. Daha fazla sektör ve gaz kapsanmış, önceki sistem yerine AB çapında tek bir limit getirilmiş, ücretsiz dağıtım yerine hakların dağıtımı için açık artırma metodu benimsenmiştir. AB ETS şu anda 2021-2030 yıllarını kapsayan 4.aşamadadır.[1]
Avrupa Konseyi'nin 25 Nisan 2023 tarihinde oyladığı Fit For 55 paketinin yasalarına göre AB ETS kapsamındaki sektörlerde 2030 yılına kadar genel emisyon azaltma hedefi 2005 seviyelerine kıyasla %62'ye çıkarılmaktadır. Deniz taşımacılığından kaynaklanan emisyonlar da ilk kez AB ETS kapsamına dahil edilecektir. Büyük gemilerin çoğu baştan itibaren AB ETS kapsamına dahil edilecekken açık deniz gemileri olarak da adlandırılan diğer büyük gemiler önce deniz taşımacılığından kaynaklanan CO2 emisyonlarının izlenmesi, raporlanması ve doğrulanmasına ilişkin 'MRV (İzleme, Raporlama ve Doğrulama' yönetmeliğine dahil edilecektir. Sonrasında AB ETS'ye dahil edilecektir. CO2 olmayan emisyonlar (metan ve N2O), 2024'ten itibaren 'MRV' düzenlemesine, 2026'dan itibaren AB ETS'ye dahil edilecektir.
Binalar, karayolu taşımacılığı ve ek sektörler (esas olarak küçük sanayi) için yeni ve ayrı bir emisyon ticaret sistemi (ETS2) kurulmuştur. Sosyal İklim Fonu, üye devletler tarafından savunmasız hane halklarını, mikro işletmeleri ve ulaşım kullanıcılarını desteklemek ve binalar, karayolu taşımacılığı ve ek sektörler için bir emisyon ticaret sisteminin fiyat etkileriyle başa çıkmalarına yardımcı olacak önlemleri ve yatırımları finanse etmek için kullanılacaktır. Fon, ulusal katkılarla desteklenmek üzere, esas olarak yeni emisyon ticaret sisteminden elde edilecek gelirlerle maksimum 65 milyar Euro'ya kadar finanse edilecektir. 2026-2032 dönemi için geçici olarak kurulmuştur.
Havacılık sektörü için ücretsiz emisyon izinleri kademeli olarak kaldırılacak ve 2026'dan itibaren tam müzayede uygulanacaktır. 31 Aralık 2030 tarihine kadar, uçak operatörlerinin fosil yakıt kullanımından geçişini teşvik etmek için 20 milyon ödenek ayrılacaktır.
AB Emisyon Ticaret Sistemi altında verilen karbon haklarıdır. Karbon yoğun sektörlerde kademeli olarak dekarbonizasyon sağlamak amacıyla ücretsiz verilen karbon salım haklarıdır. Toplam haklar sınırlıdır. Her yıl ücretsiz dağıtımlar kademeli olarak azaltılmaktadır. AB, 2005 yılından bu yana elektrik, kâğıt, çimento, demir-çelik, petrol ürünleri, kimyasal ürünler ve havayolu taşımacılığı gibi enerji ve karbon yoğunluğu yüksek sektörlerdeki tesis ve güç santrallerinin sebep olduğu emisyonları AB Emisyon Ticareti Sistemi (EU Emission Trading System, ETS) altında düzenlemektedir. Buna göre, belirli şartları sağlayan AB üreticileri atmosfere saldıkları karbonun tonu için serbest piyasada belirlenmiş fiyattan “emisyon hakkı” (European Union Allowance, EUA) satın almak zorundadır. Piyasada alınıp satılan hakların sayısı iklim hedefleriyle uyumlu olarak zaman içinde azaltılmakta, böylelikle enerji ve karbon-yoğun sektörler için dönüşmemenin maliyeti artırılmaktadır. [1]
Dünya Bankası, iklim değişikliği ile küresel mücadele için ülkelerde sera gazı emisyonlarının azaltımı çabalarına katkı sağlamak ve piyasa temelli emisyon azaltım mekanizmalarının (market-based instruments) etkin olarak kullanılmasına yönelik olarak “Karbon Piyasalarına Hazırlık Ortaklığı” (Partnership for Market Readiness – PMR) adıyla teknik destek programını 2011 yılında hayata geçirmiş, Türkiye de 2013 yılında bu programa dâhil olmuştur. PMR-Türkiye 2013 yılından bu yana izleme, raporlama ve doğrulama mevzuatının uygulanması ile çeşitli karbon fiyatlandırma mekanizmalarının ekonomiye etkileri üzerine çalışmalar yürütmektedir. Herhangi bir karbon fiyatlama sistemi kurmanın ilk adımı sektörlerin emisyon ölçümlerinin doğru yapılması, raporlanması ve doğrulanmasına ilişkin bir mekanizmanın kurulmasıdır. Buna ilişkin ilk adımı Türkiye 2014 yılında İzleme-Raporlama-Doğrulama (Monitoring-Reporting-Verification, İRD) Kılavuzu hazırlayarak atmıştır. Ardından tebliğler yayınlanmış ve sektörel eğitim çalışmaları başlatılmıştır. 30258 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanan “Sera Gazı Emisyonlarının Doğrulanması ve Doğrulayıcı Kuruluşların Akreditasyonu Tebliği” Aralık 2017'de yürürlüğe girmiştir. Mevzuat kapsamında, yönetmeliğin Ek-1'inde yer alan faaliyetleri gerçekleştiren tesisler, her yıl düzenli olarak izleme, raporlama ve doğrulama sürecine tabi durumdadır.[1]
Karbon piyasası emisyon ticareti mekanizması çerçevesinde belli bir emisyon hedefi olan ülkelerin kendi aralarında emisyon tahsisatlarını alıp satabilmelerini sağlamaktadır. Ticarete konu olan bir karbon kredisi, bir ton karbondioksite veya azaltılan, tutulan veya kaçınılan farklı bir sera gazının eşdeğer miktarına eşittir. Bu kapsamda ülkelere karbon emisyon kotası tahsis edilmekte ve ülkelerin bu kotaları üreticileri arasında paylaşması beklenmektedir. Herhangi bir ülke kendi emisyon kotasını aşarsa daha az üreten ülkeden karbon emisyon kotası satın alabilmektedir. Bu durum emisyon değerlerinin düşürülmesine dayalı bir piyasanın oluşmasını sağlamıştır. Bu piyasalara da “karbon ticareti piyasası” adı verilmektedir. Genel olarak uyumlu ve gönüllü olmak üzere iki tür karbon piyasası vardır. Uyumluluk piyasaları herhangi bir ulusal, bölgesel ve/veya uluslararası politika veya düzenleme gerekliliğinin bir sonucu olarak oluşturulmaktadır.
Gönüllü karbon piyasaları gönüllü olarak karbon kredilerinin verilmesini, alınmasını ve satılmasını ifade etmektedir. Gönüllü karbon piyasaları, atmosferdeki sera gazını ortadan kaldırmayı veya azaltmayı hedefleyen projelerin yaydığı karbon kredilerini satın alarak karbon yayıcıların emisyonlarını dengelemelerine olanak tanımaktadır. Ülkemizde geliştirilen Gönüllü Karbon Piyasası'na yönelik projelerin kayıt altına alınmasına ve bu projelerden elde edilen karbon sertifikalarının takibine ilişkin olarak hazırlanan Gönüllü Karbon Piyasası Proje Kayıt Tebliği 9 Ekim 2013 Tarihli ve 28790 Sayılı Resmi Gazetede Yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Tebliğ ile birlikte, Türkiye'de sera gazı emisyon azaltımı sağlayan ve karbon sertifikası elde etmek amacıyla geliştirilen projelerin etkin ve güncel olarak kayıt altına alınması hedeflenmektedir. Bu amaçla, tebliğde proje sahiplerinin yanı sıra Gönüllü Karbon Standart Kuruluşları ve Bağımsız Denetleyici Kuruluşlara da raporlama yükümlülüğü getirilmiştir. Tebliğ ile Türkiye'de Gönüllü Karbon Piyasalarından geliştirilen projeler sonucu azaltılan sera gazı emisyonlarının kayıt altına alınması ve izlenmesi sağlanacaktır. Bu doğrultuda, karbon sertifikası elde eden proje sahiplerinin Bakanlığa kayıt olmaları ve projelerine ait proje tasarım belgesi, onaylama raporu ve doğrulama raporlarının bu yılsonuna kadar Bakanlığa iletmeleri gerekmektedir. Bundan sonra geliştirilecek projeler için ise projenin karbon sertifikasını elde etmesini müteakip 30 gün içerisinde Bakanlığa kayıt ettirilmesi gerekmektedir. Tebliğ ile kaydı yapılacak projeler aracılığıyla, karbon azaltım sertifikalarının nerede ve hangi proje ile oluşturulduğu tespit edilerek, mükerrer sayımın (double counting) önüne geçilmesi, piyasada şeffaflığın ve bütünlüğün sağlanması hedeflenmektedir. Ayrıca, bu sayede Türkiye'de üretilen karbon sertifikalarının güvenilirliğinin artırılması da amaçlanmaktadır.
Karbon kaçağı, yerel azaltım önlemi alan ülkeler dışındaki karbondioksit emisyonlarındaki artışın bu ülkelerin emisyonlarındaki azalmaya bölünmesiyle tanımlanmaktadır. Emisyonlara üst sınır getiren ülkelerdeki yatırım ve üretimin, emisyonlarına üst sınır getirmeyen ülkelere kaymalarına yol açabilir. Bu durum da emisyonlarına sınır getirmeyen ülkelerde artan emisyonlarla sonuçlanabilir. Bu sürece karbon kaçağı adı verilmektedir.
AB'de yerleşik firmalar karbon yoğun üretimlerini AB dışına taşıyabilir ya da AB ürünleri daha karbon yoğun ithalat ile yer değiştirebilir. AB bunu engellemek istemektedir. AB karbon kaçağı riski olan sektör ve alt sektörlerin listesi yayınlanmıştır. İlk liste 2013-2014 arasında uygulandı, ikinci liste 2015-2019 yıllar arasında uygulandı. İkinci listenin 2020 yılı için de geçerli olması kararı alınmıştır. Şubat 2019'da 4. Faz için (2021-2030) geçerli olacak yeni liste kabul edilmiş, Mayıs 2019'da ise yayınlanmıştır.
Döngüsel ekonomi, değer ve nihai olarak da refah yaratmanın yeni bir yolu olarak tanımlanabilmektedir. İyileştirilmiş tasarım ve hizmet yoluyla ürün ömrünü uzatarak ve atıkları tedarik zincirinin sonunda başlangıcına taşıyarak, kaynakları sadece bir kez değil tekrar tekrar kullanmak yoluyla daha verimli kullanarak çalışmaktadır.[1] Döngüsel ekonomi sadece çevreyi korumayı değil aynı zamanda doğal kaynakları akıllıca kullanmanın, yeni sektörler geliştirmenin, istihdam yaratmanın ve yeni yetenekler geliştirmenin bir yolunu sağlayabilmektedir.[1]
AB'nin Döngüsel Ekonomi Eylem Planı, Avrupa ekonomisini doğrusal bir modelden döngüsel bir modele dönüştürmeyi amaçlayan kapsamlı bir yasama ve yasama dışı eylemler bütünüdür.[1] Döngüsel Ekonomi Eylem Planı 2015 yılında Avrupa Komisyonu tarafından sunulmuş, 2018'de yılında kabul edilmiştir. Üretim, tüketim, atık yönetimi, ikincil ham madde pazarına dair mevzuatın yeniden düzenlenmesine ilişkin önerilerin bulunduğu AB eylem planıdır.[2]
AYM'yi oluşturan en önemli taşlardan biri olan Döngüsel Ekonomi Eylem Planı kararı 10 Şubat 2021 tarihinde Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edilmiştir. Söz konusu plan ürünü yaşam döngüsü boyunca ele almakta; ürün tasarımını, döngüsel ekonomi süreçlerinin desteklenmesini, sürdürülebilir tüketimin güçlendirilmesini ve kaynakların mümkün olan en uzun zaman dilimi süresince AB ekonomisi içinde kalmasını amaçlamaktadır. [3]
[1] https://ellenmacarthurfoundation.org/circular-examples/the-eus-circular-economy-action-plan#:~:text=The%20EU's%20Circular%20Economy%20Action%20Plan%20(CEAP)%20was%20a%20comprehensive,four%20legislative%20proposals%20on%20waste.
AB Döngüsel Ekonomi Eylem Planı'nın amaçları;
- AB'de sürdürülebilir ürünleri norm haline getirme
- Tüketici ve kamu alıcısını güçlendirme
- Döngüsellik potansiyelinin daha fazla olduğu ve kaynak kullanımının yoğun olduğu sektörlere odaklanma (örneğin elektronik, bilişim, piller-taşıtlar, ambalaj, plastik, tekstil, inşaat-binalar, gıda, su ve besin maddeleri)
- Atık azaltma
- Döngüselliği insanlar, şehirler ve bölgeler için işler bir sistem haline getirme
- Döngüsel ekonomiye dair küresel çabalara liderlik edilmesidir. [1]
- Ekotasarım Direktifi kapsamında olan cep telefonları, tabletler ve diz üstü bilgisayarlar da dâhil olmak üzere elektronik ve bilişim sektörüne yönelik yeni düzenleyici hükümlerin getirilmesi. Ekotasarım Direktifi'nin ve EN 5028: 2012 standardının 18 Kasım 2021 tarihi itibari ile geri çekilmesi
- Eski yazılımların sürümlerinin yükseltilmesi dâhil olmak üzere tamir hakkı için düzenleme getirilmesi
- Cep telefonu ve benzer eşyaların şarj aletlerinin ortak hale getirilmesine yönelik yasal düzenleme yapılması
- Atık elektrikli ve elektronik eşyaların toplanmasının tüketiciler açısından kolaylaştırılması, her türlü elektrikli ve elektronik eşya için “Geri Alım” uygulamasının tüm AB ülkelerinde uygulanması, özellikle bilişim ve iletişim ürünlerinin güvenli bir biçimde yeniden kullanımına yönelik önlemlerin alınması ve yeniden kullanım piyasasında faaliyet gösterecek oyuncuların söz konusu ürünlere erişiminin sağlanması
- Elektrikli ve elektronik eşyalarda zararlı maddelerin kullanımının kısıtlanmasına yönelik AB düzenlemelerinin gözden geçirilmesi
- Daha nitelikli geri dönüşüm ve etkin çevre koruması için elektronik atık geri dönüştürme faaliyetinde bulunanlara zorunlu sertifikasyon sistemi getirilmesi
- Avrupa Komisyonu tarafından döngüsel ve sürdürülebilir dijitalleşme inisiyatifi ile birlikte bilgi ve iletişim teknolojileri (BİT) ve yapay zeka planı geliştirilmesi
Sıfır Atık israfın önlenmesini, kaynakların daha verimli kullanılmasını, atık oluşum nedenlerinin gözden geçirilmesini, atık oluşumunun önlenmesini veya en aza indirilmesini, atıkların kaynağında ayrı toplanıp geri kazanılmasını içeren atık yönetimi felsefesi olarak tanımlanan bir hedeftir.[1] Amaç hiç atık çıkmamasıdır. Atıklar önemli ham madde kaynağı olduğu için bertaraf edilmesi istenmemektedir. Atıkların yeniden kullanımı istenmektedir. Bu yüzden sıfır atık hiyerarşisinde geri dönüşüm en son sıradadır.
Ham madde ve doğal kaynakların etkin yönetimi ile sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda atık yönetimi süreçlerinde çevre ve insan sağlığının ve tüm kaynakların korunması hedefiyle 12 Temmuz 2019'da Sıfır Atık Yönetmeliği yayınlanmıştır.[1] 9 Ekim 2021'de ise değişiklik yapılmıştır.[2] 24 Aralık 2020'de Çevre Kanunu'nda yapılan değişiklik ile döngüsel ekonomi, sıfır atıkla ilgili ifadeler eklendi. 2017'de sıfır atık projesi başlatılmıştır.
Maden atıklarının yönetimi, 15.07.2015 tarihli ve 29417 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak 15.07.2017 tarihinde yürürlüğe giren “Maden Atıkları Yönetmeliği” kapsamında gerçekleştirilmektedir. Maden atıklarının karakterizasyonu kapsamında asit maden drenajı analizleri (sülfit-sülfür (S-2) analizleri, statik ve kinetik testler) Bakanlıkça yetkilendirme işlemleri yapılana kadar TÜRKAK akreditasyonu bulunan laboratuvarlar ya da üniversite laboratuvarlarında yapılabilir. İnert maden atıklarının yönetimine ilişkin hükümler Maden Atıkları Yönetmeliği'nin ilgili bölümlerinde mevcuttur. Maden atıklarının depolandığı tesisler için Çevre Kanununca Alınması Gereken İzin ve Lisanslar Hakkında Yönetmelik gereğince Çevresel Etki Değerlendirme, İzin ve Denetim Genel Müdürlüğüne başvurularak önce GFB (Geçici Faaliyet Belgesi) sonra Lisans alınması zorunludur.[1]
AB taksonomi düzenlenmesi üzerine politik uzlaşıdan sonra 2020 yılında Komisyon AB taksonomisi çevresel açıdan sürdürülebilir faaliyetler içerisine nükleerin dâhil edilip edilmemesine ilişkin derinlemesine analizi başlattı. İlk olarak, Komisyonun içinde bilim ve bilgi hizmetleri veren Ortak Araştırma Merkezi (JRC-the Joint Research Centre) nükleer enerjinin önemli zarar vermeyen yönleri üzerine teknik bir rapor taslağı hazırladı. JRC'nin hazırladığı bu raporun amacı Avrupa politika yapım sürecine kanıtlara dayalı bilimsel bir destek sunmaktı. Rapor Avrupa Komisyonu'nun politik pozisyonunu göstermemektedir. Rapor, çevresel etkiler açısından iki grup uzman tarafından gözden geçirildi. Bu raporlar Komisyonun karar alma sürecinde bilgi olarak dikkate alınacaktır. [1]
Karbon Yakalama, Kullanma ve Depolama (Carbon capture, usage and storage-CCUS), büyük fabrikalar ve enerji santralleri tarafından üretilen karbondioksitin atmosfere ulaşmasını ve küresel ısınmaya katkı sağlamasını engelleyebilen farklı teknolojiler zincirini ifade etmektedir.[1]
AB Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü Direktifi Avrupa Birliği'nin iklim, enerji, ulaşım ve vergilendirme politikalarını 2030 yılına kadar net sera gazı emisyonlarını en az %55 azaltmaya uygun hale getirmeyi amaçlayan Avrupa Komisyonu tarafından yürütülen bir dizi politika girişimi olan Avrupa Yeşil Mutabakatı'nın bir parçasıdır. Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi veya AB taksonomisi gibi diğer düzenleyici girişimlerle birlikte tek tip Avrupa koşulları altında sürdürülebilir ticarete yönelik bir sonraki adımı temsil etmektedir. Avrupa Komisyonu küresel tedarik zincirlerinde kurumsal faaliyetlerin çevresel ve sosyal haklara etkilerine özen yükümlülüğünün tesis edilmesine yönelik AB yasal çerçevesini hazırlayan taslağı 23 Şubat 2022 tarihinde yayımlamıştır.[1] Konseyin tutumu 1 Aralık 2022 tarihinde belli olmuştur.[2] Parlamentonun 1 Haziran 2023 tarihinde pozisyonunu onaylamasıyla Komisyon, Konsey ve Parlamento arasındaki üçlü müzakere süreci başlayacaktır. Taslağın 2024 yılında yasalaşması öngörülmektedir. Yürürlüğe girmesiyle üye devletlerin iki yıl içinde mevzuatlarına aktarması gerekecektir. [3]
[1] https://ticaret.gov.tr/dis-iliskiler/yesil-mutabakat/ab-dongusel-ve-surdurulebilir-sanayi-politikalari/kurumsal-surdurulebilirlik-ozen-yukumlulugu
[2] https://yesilbuyume.org/kurumsal-surdurulebilirlik-ozen-yukumlulugu-direktifi-ne-anlama-geliyor/
[3] https://ticaret.gov.tr/dis-iliskiler/yesil-mutabakat/duyurular/kurumsal-surdurulebilirlik-ozen-yukumlulugu-corporate-sustainability-due-diligence-csdd-direktifi-yasama-sureci
Taslak, küresel değer zincirleri boyunca sürdürülebilir ve sorumlu kurumsal davranışı teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Bu şekilde şirketler tedarik zincirlerindeki işletmeler tarafından işlenen çevre ihlallerinden veya insan hakları ihlallerinden sorumlu tutulabilecekler. Taslakla birlikte şirketlerden faaliyetlerinin çocuk işçiliği ve işçilerin sömürülmesi, insan hakları, kirlilik ve biyolojik çeşitlilik kaybı gibi çevre üzerindeki olumsuz etkilerini belirlemeleri ve gerektiğinde önlemeleri, sona erdirmeleri veya hafifletmeleri istenecektir. Ayrıca, yalnızca tedarikçileri değil aynı zamanda satış, dağıtım, nakliye, depolama, atık yönetimi ve diğer alanları da içeren değer zinciri ortaklarının etkisini izlemek ve değerlendirmek zorunda kalacaklardır.
Komisyon taslağına göre birinci grup 500'den fazla çalışanı ve dünya çapında 150 milyon Euro'dan fazla net cirosu olan tüm AB limited şirketlerini kapsamaktaydı. Avrupa Parlamentosu ise Komisyon taslağından farklı olarak ana merkezi AB olan şirketlerin kapsama alınmasını istemektedir. İkinci grup ise birinci gruptaki eşikleri karşılamayan ancak 250'den fazla çalışanı ve dünya çapında 40 milyon Euro'luk net cirosu olan, belirtilen yüksek etkili sektörlerde (giyim, hayvan, ormancılık, yiyecek ve içecek, fosil yakıtlar ve metallerin çıkarılması) faaliyet gösteren diğer limited şirketleri kapsamaktaydı. Yüksek etkili sektörlere yönelik çalışan eşiği seviyesi 50'ye, dünya genelinde ciro ise 8 milyon Euro'ya düşürülmüştür. AB dışındaki şirketler ise çalışan sayısı kriterlerinden muaf tutulacaktır. Parlamento yeni kuralların finansal hizmetler de dahil olmak üzere tüm sektörlerdeki AB merkezli şirketleri kapsamasını istemektedir. Bu şirketler için kuralların birinci gruptan iki yıl sonra uygulanmaya başlayacağı belirtilmektedir. Parlamento ayrıca cirosu 150 milyon Euro'nun üzerinde olan AB üyesi olmayan ülkelerde yerleşik şirketlerin de cirolarının en az 40 milyon Euro'su AB'de elde edilmişse kapsama alınmasını istemektedir. Parlamento'nun pozisyonuna göre, kapsam dahilindeki şirketlerin Paris Anlaşması uyarınca küresel ortalama atmosfer sıcaklığı artışının 1,5 derece ile sınırlanması amacıyla ekonomik faaliyetlerine ilişkin bir dönüşüm planına sahip olması gerekmektedir. Liste ayrıca, atıkların işlenmesi, toplanması, depolanması ve bertaraf edilmesi veya biyolojik çeşitlilik üzerinde olumsuz etkileri olabilecek biyolojik kaynakların kullanımı ile ilgili olarak uluslararası çevre hukukunun belirli ihlallerini de içermektedir. 500'den fazla çalışanı olan ve en az 150 milyon Euro ciroya sahip şirketler de iş modellerinin ve stratejilerinin sürdürülebilir bir ekonomiye geçiş ve küresel ısınmanın 1,5 °C ile sınırlandırılması ile uyumlu olmasını sağlamak zorunda kalacaktır. Faaliyetlerinde iklimi başlıca risk veya ana etki olarak tanımlayan veya belirlemesi gereken şirketler, planlarına emisyon azaltma hedeflerini dahil etmek durumunda kalacaklardır.[1]
[1] https://www.europarl.europa.eu/news/en/press-room/20230524IPR91907/meps-push-companies-to-mitigate-their-negative-social-and-environmental-impact
Taslak düzenleme, şirketin kendi operasyonları; bağlı kuruluşları ve değer zincirleri (doğrudan ve dolaylı olarak kurulan iş ilişkileri) için geçerlidir. Kapsam dahilindeki şirketlerin uygun önlemleri alması gerekmektedir. Kurumsal durum tespiti görevine uymak için şirketlerin yapması gerekenler aşağıdaki şekilde ifade edilmektedir[1]:
- Durum tespitini politikalara entegre etmek
- Mevcut veya olası olumsuz insan hakları ve çevresel etkileri belirlemek
- Olası etkileri önlemek veya azaltmak
- Fiili etkileri sona erdirmek veya en aza indirmek
- Bir şikayet prosedürü oluşturmak ve sürdürmek
- Durum tespiti politikası ve önlemlerinin etkinliğini izlemek
- Durum tespiti konusunda kamuya açık iletişim kurmak