Türkiye'nin Sanayi ve Teknoloji Yolculuğu
Türkiye'nin Sanayi ve Teknoloji Yolculuğu/Nasıl Bir Ekonomi-02.06.2025
ürkiye'nin sanayi ve teknoloji alanındaki tarihsel gelişim sürecini ve günümüzdeki dönüşümünü değerlendirdiğimizde, kayda değer bir ilerleme sağlandığını görüyoruz.
Sanayi ve teknoloji alanındaki gelişmeler, Osmanlı'nın son dönemlerinde Batı'daki sanayi devrimine ayak uydurma çabalarıyla başladı. Ancak, 19. yüzyılda sanayileşme sürecinde Osmanlı Devleti'nin karşılaştığı ekonomik ve yapısal zorluklar, bu çabaların sınırlı kalmasına neden oldu. Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte ise, Mustafa Kemal Atatürk ve ekibi, sanayileşmeyi kalkınmanın temel taşı olarak gördü.
Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayileşme hamleleri, devletin öncülüğünde gerçekleştirildi. 1930'larda uygulanan devletçilik politikası, Sümerbank ve Etibank gibi kurumlarla sanayinin ana omurgasını oluşturdu. 1934'te hazırlanan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı, tekstil, madencilik ve kimya sektörlerinde yerli üretimi teşvik etti. Ancak, II. Dünya Savaşı'nın etkisiyle bu süreç sekteye uğradı.
1950'lerle birlikte Türkiye, özel sektörün de sanayiye daha fazla dahil olduğu bir döneme girdi. Marshall Planı çerçevesinde dış yardımlar ve yatırım teşvikleri ile tarım ve sanayi arasında dengesiz de olsa bir gelişim sağlandı. 1960'lardan itibaren ithal ikameci sanayileşme politikası benimsendi. Otomotiv, beyaz eşya ve tekstil gibi sektörlerde yerli üretim teşvik edildi. TOFAŞ ve OYAK-Renault gibi markalar bu dönemde kuruldu.
1980'lerde Turgut Özal'ın öncülüğünde Türkiye, sanayide ve ekonomide büyük bir dönüşüme girdi. Serbest piyasa ekonomisi ve ihracata dayalı büyüme modeli benimsendi. Organize sanayi bölgeleri kuruldu, ihracat teşvik edildi ve Türk sanayisi dünya pazarlarına açıldı. Otomotiv, tekstil, demir-çelik ve kimya sektörleri güçlenirken, KOBİ'ler ekonominin bel kemiği haline geldi.
2000'lerden itibaren Türkiye, yüksek teknolojiye dayalı sanayileşme sürecine odaklandı. Savunma sanayiinde ASELSAN, TUSAŞ, Roketsan ve Baykar gibi firmalar dünya çapında dikkat çekici projelere imza attı. Yeni dönemde yerli otomobil TOGG, Türkiye'nin otomotiv sektöründeki dönüşümünün simgesi oldu. Ayrıca, Teknoparklar, Ar-Ge teşvikleri ve TÜBİTAK destekleri ile inovasyon ve teknolojiye dayalı üretim hız kazandı. Yazılım, yapay zeka, biyoteknoloji ve uzay teknolojileri gibi alanlarda Türkiye, küresel rekabette kendine yer edinmeye başladı.
Türkiye'nin ihracatı, teknoloji yoğunluğu açısından değerlendirildiğinde, 2024 yılında yüksek teknolojili ürün ihracatının bir önceki yıla kıyasla %4,1 oranında azalarak 8,8 milyar dolar seviyesinde gerçekleştiği görülüyor. Aynı dönemde, orta-yüksek teknolojili ürün ihracatı %4,8 artış kaydederek 92,4 milyar dolara ulaşırken, orta-düşük teknolojili ürün ihracatı %0,2'lik sınırlı bir artışla 69,4 milyar dolara yükseldi. Düşük teknolojili ürün ihracatı ise %2,1 oranında artış göstererek 76 milyar dolara ulaştı.
İthalat verileri incelendiğinde, yüksek teknolojili ürün ithalatının %0,8 düşüşle 31 milyar dolar seviyesinde gerçekleştiği görülmekte. Orta-yüksek teknolojili ürün ithalatı %2,1 oranında gerileyerek 122,8 milyar dolara, orta-düşük teknolojili ürün ithalatı ise %14,1 azalışla 88,3 milyar dolara düştü. Buna karşılık, düşük teknolojili ürün ithalatı %16,2 oranında artarak 38 milyar dolara yükseldi. Bu veriler doğrultusunda, Türkiye'nin dış ticaretinde en büyük payı orta-yüksek teknolojili ürünlerin oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Bugün, Türkiye sanayide dijitalleşme, yeşil enerji dönüşümü ve sürdürülebilir üretim gibi konulara odaklanıyor. Sanayi 4.0, robotik üretim, yapay zekâ ve büyük veri kullanımı üretimde verimliliği artırırken, yenilenebilir enerji ve sürdürülebilir üretim politikaları çevre dostu bir sanayi modeline geçişi destekliyor. Türkiye'nin milli teknoloji hamlesi çerçevesinde savunma sanayiinden sağlık teknolojilerine, otomotivden uzay araştırmalarına kadar birçok alanda yerlileşme çalışmaları devam ediyor. Türkiye Uzay Ajansı'nın 2028'e kadar Ay'a iniş yapma hedefi de bu süreçte önemli bir kilometre taşı olacak.
Bu hedefler doğrultusunda birçok teşvik mekanizması hayata geçirilmiş durumda. Türkiye'de katma değerli üretimi artırmak amacıyla 2019'dan itibaren faaliyetlerine başlayan Teknoloji Odaklı Sanayi Hamlesi Programı'na burada özellikle değinmekte fayda var. Hamle Programı, Türkiye'nin sanayi dönüşümüne ivme kazandıran, katma değerli üretimi merkezine alan yenilikçi bir teşvik modeli. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımızın koordinasyonunda gerçekleştirilen bu program, makine, mobilite, dijital dönüşüm ve kimya gibi yüksek teknoloji gerektiren alanlara yönelik çağrılarla, ülkemizin küresel rekabet gücünü artıracak projelere odaklanmakta. Ayrıca, yenilikçi teknolojiler çerçevesinde kritik yatırımların teşvik edilmesi, stratejik ürünlerin yerlileştirilmesi ve ileri teknoloji üretim kapasitesinin genişletilmesi amaçlanıyor. Bu sayede ithal bağımlılığını azaltan ve teknoloji geliştirme süreçlerini hızlandıran bir ekosistemin inşası hedefleniyor.
Türkiye, küresel ölçekte teknolojik dönüşümün hız kazandığı bir dönemde, sanayi politikalarını bu yönde yeniden şekillendiriyor. Bu kapsamda, Milli Teknoloji Hamlesi vizyonu temelinde şekillendirilen 2030 Sanayi ve Teknoloji Stratejisi ile sürdürülebilirlik, dijitalleşme ve yüksek katma değerli üretim ekseninde kalkınma hedefleniyor. Stratejinin temel amacı Türkiye'yi, teknoloji geliştiren, ihraç eden ve rekabet gücü yüksek bir ülke konumuna taşımak. Bu hedef hem niceliksel bir büyümeyi hem de niteliksel bir dönüşümü içeriyor. Stratejinin yapısal bileşenleri incelendiğinde, çok katmanlı bir kalkınma vizyonu anlayışının benimsendiği açıkça görülüyor. Savunma sanayii, biyoteknoloji, uzay çalışmaları, yapay zekâ gibi geniş bir alanda Türkiye'nin sadece tüketen değil, aynı zamanda teknoloji üreten bir aktör olma iradesi ortaya konuluyor. Bununla birlikte, teknolojik inovasyon, üretim altyapısının modernizasyonu, Ar-Ge yatırımları ve beşerî sermaye stratejinin amaçları arasında yer alıyor.
Dijital dönüşüm ve yeşil ekonomi ekseninde şekillenen küresel eğilimler, Türkiye'nin 2030 vizyonunun merkezinde bulunuyor. Karbon ayak izinin azaltılması, döngüsel ekonomi ilkeleri ve yenilenebilir enerji yatırımları ekonomik rekabetçiliğin yeni parametreleri olarak ele alınıyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde strateji, üretim artışı ile birlikte çevresel ve sosyal sürdürülebilirliği de önceleyen bir kalkınma anlayışını içeriyor. Stratejinin uygulanmasında dikkat çeken bir diğer husus, kamu ve özel sektör iş birliğinin yeniden tanımlanması. Geleneksel olarak devlet desteklerinin reaktif bir biçimde dağıtıldığı modelin aksine, yeni yaklaşımda yönlendirici bir kamu anlayışı göze çarpıyor. Bu nedenle, stratejinin başarısı teknik araçlara olduğu kadar yönetişim mekanizmalarının etkinliğine ve toplumsal sahiplenmeye de bağlı bir seyir izleyecek.
Diğer yandan ülkemiz, HIT-30 High-Tech Türkiye Programı ile 2030 yılına kadar yüksek teknoloji üretiminde küresel bir merkez olmayı hedefliyor. Program kapsamında, yüksek öncelikli teknoloji alanlarında özel nitelikli projelere özgün destekler sunuluyor. HIT-30 ile ülkemizin ileri teknoloji ekosisteminin geliştirilmesi ve rekabet gücünün artırılması amaçlanıyor. HIT-30 Programı kapsamında yapılacak yüksek teknoloji yatırımlarına 2030 yılına kadar toplam 30 milyar dolarlık destek sağlanması öngörülüyor.
Küreselleşmenin ivmelendirdiği rekabet ortamında, teknolojik dönüşüm temel bir gereklilik haline gelmiş durumda. Yeni nesil dijital teknolojiler, üretim süreçlerinden tedarik zincirlerine kadar tüm ekonomik dinamikleri yeniden şekillendirirken, bu dönüşüme ayak uyduramayan ekonomiler rekabet avantajlarını hızla yitiriyor. Bugün Türkiye, geçmişten aldığı derslerle sanayisini ve teknolojisini geleceğe taşımaya devam ediyor. Devlet politikaları, özel sektör girişimleri ve genç girişimcilerin inovatif projeleri ile ülkemiz, dünya sanayi ve teknoloji sahnesinde daha güçlü bir konuma gelme potansiyeline sahip. Türkiye'nin sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşabilmesi ve küresel ölçekte güçlü bir oyuncu olabilmesi, Ar-Ge yatırımlarının artırılması, yüksek teknoloji üretiminin teşvik edilmesi ve inovasyon ekosisteminin güçlendirilmesiyle doğrudan ilişkili. Dolayısıyla eğitimden altyapıya, sanayiden finansmana kadar geniş bir dönüşüm perspektifiyle ele alınması gereken bu süreç, ekonomik gelişim için kritik bir önem taşıyor.