Trump Döneminde ABD'nin Yeni Yaklaşımı
Trump Döneminde ABD'nin Yeni Yaklaşımı/ Ekonomim Gazetesi-15.09.2025
Son yıllarda Çin'in yükselişi ve küresel ticarette artan ağırlığı dikkat çekse de, dünyanın en büyük ekonomisi olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) hâlen dünya ekonomisinin merkezinde yer alıyor. Küresel ticaret ve finans sisteminde en yaygın rezerv para birimi olan ABD Doları, uluslararası işlemlerde belirleyici rol oynuyor. ABD borsaları dünyanın en yüksek piyasa değerine sahipken, ABD'li teknoloji şirketleri küresel ölçekte lider konumda bulunuyor. Petrol ve doğalgaz üretiminde de ilk sırada yer alan ABD'deki ekonomik gelişmeler, dünya genelinde yönlendirici etkiler oluşturmaya devam ediyor.
Bu nedenle, ABD'deki yeni yönetimin aldığı her karar iş dünyası tarafından ilgiyle takip ediliyor. Trump'ın Make America Great Again (MAGA) yaklaşımı, ABD'nin sanayi politikalarının yeniden kurgulanmasında belirleyici oldu. Bu politikanın merkezinde, küreselleşme süreciyle dışarıya kaymış üretim faaliyetlerinin yeniden ülke içine taşınması, diğer bir ifadeyle reshoring hedefi yer alıyor. Özellikle sanayi bağımsızlığının güçlendirilmesi ve stratejik sektörlerde rekabet avantajı sağlanması, bu hamlenin temel motivasyonları arasında bulunuyor.
MAGA politikası, ticaret alanında korumacılık yönelimlerini de gündemin ön sıralarına taşıdı. Bu çerçevede uygulanan tarifeler, özellikle çelik ve alüminyum gibi stratejik sektörleri kapsayan Section 232 düzenlemeleriyle somutlaştı. ABD'nin bu alandaki temel amacı, dış rekabet baskısını sınırlayarak Amerikan sanayisini canlandırmak ve ulusal güvenlik kaygılarını ekonomik politikalara entegre etmek olarak öne çıkıyor.
Enerji bağımsızlığı da MAGA politikasının stratejik öncelikleri arasında yer alıyor. Bu yaklaşım, ilk bakışta petrol ve doğalgaz gibi geleneksel enerji kaynaklarına odaklanıyor gibi görünse de, temiz enerji teknolojilerinin temelini oluşturan kritik mineraller de aynı derecede önemli. Güneş panelleri, rüzgar türbinleri, elektrikli araç bataryaları ve hidrojen teknolojileri, lityum, kobalt, nikel ve nadir toprak elementleri gibi minerallere dayanıyor. Bu minerallerin üretiminde küresel arzın az sayıda ülkede yoğunlaşması, ABD için stratejik bir kırılganlık yaratıyor. Dolayısıyla tedarik zincirlerinin çeşitlendirilmesi ve yerli üretim kapasitesinin artırılması, öncelikli hedef haline geliyor.
Trump döneminde bu vizyon, küresel enerji dönüşümünde ABD'nin etkinliğini koruma stratejisiyle birleşti. ABD, petrol ve doğalgazdaki üretim üstünlüğünü kritik mineraller alanına da yaymak istiyor. Böylece enerji bağımsızlığı, çok boyutlu bir ekonomik ve jeopolitik proje haline geliyor.
Kritik minerallerin küresel arzında Çin'in sahip olduğu baskın rol, ABD açısından stratejik bir risk oluşturuyor. Jeopolitik güç mücadelesi, enerji dönüşümüne bağlı yeni bir rekabetin de zeminini hazırlıyor. Çin, nadir toprak elementlerinde, grafit üretiminde ve lityum işleme kapasitesinde küresel ölçekte belirgin bir üstünlüğe sahip. Bu avantaj, temiz enerji teknolojilerinin temel girdilerinde Çin'in fiyatlama ve tedarik koşullarını belirleyebilmesine olanak tanıyor. ABD açısından bu tablo, ekonomik özerklik arayışını zayıflatıyor ve stratejik bağımlılığı artırıyor. Bu nedenle Trump'ın MAGA yaklaşımında kritik mineraller, ekonomik ve stratejik dönüşümün temel taşlarından biri haline gelmiş durumda.
Kritik minerallerin bu politikadaki merkezi rolü üç temel nedenle açıklanabilir. İlk olarak temiz enerji dönüşümü, bu çerçevenin ana halkasını oluşturuyor. Kritik mineraller olmadan enerji dönüşümünü gerçekleştirmek mümkün değil. İkinci olarak savunma ve teknoloji alanı öne çıkıyor. F-35 savaş uçaklarından radar sistemlerine, roketlerden ileri elektronik bileşenlere kadar geniş bir alanda nadir toprak elementleri vazgeçilmez konumda. Ayrıca alüminyum, titanyum ve nikel gibi metaller de savunma sanayisinin temel bileşenlerini oluşturuyor. Bu kaynaklara erişimin güvence altına alınması, ulusal güvenliğin sürdürülebilirliği açısından hayati önem taşıyor. Üçüncü boyut ise iç politika ve istihdam. MAGA vizyonu, madencilik ve işleme faaliyetlerini artırarak yeni iş sahaları açmayı hedefliyor. Böylece kritik mineraller, yalnızca dış politikada değil iç politikada da belirleyici oluyor.
MAGA yaklaşımı, bu riskleri dengelemek için iki yönlü bir strateji benimsedi. İlk adım, tedarik zincirlerinde çeşitlilik sağlayarak Latin Amerika, Afrika ve Avustralya gibi bölgelerde alternatif kaynaklara yönelmek. İkinci adım ise yerli üretim kapasitesini genişleterek kritik minerallerin çıkarımı ve işlenmesinde bağımsızlığı artırmak. Böylece Çin'in küresel hâkimiyeti karşısında daha dirençli bir pozisyon alınması hedefleniyor. Kritik minerallerde dışa bağımlılığın azaltılması, ABD'nin küresel ittifaklarında daha esnek hareket edebilmesine de imkân tanıyor.
MAGA stratejisi, ABD'nin ekonomik bağımsızlık, enerji güvenliği ve jeopolitik rekabet ekseninde yeniden yapılanmasını ifade ediyor. Bu strateji, ülkenin kendi kaynaklarını daha etkin kullanmasını, dışa bağımlılığı azaltmasını ve küresel arenada daha güçlü bir konum elde etmesini amaçlıyor. Bu kapsamda hem ulusal çıkarların korunması hem de uzun vadeli istikrara katkıda bulunulması, Amerika'yı yeniden büyük yapma vizyonunun merkezinde yer alıyor.
ABD aynı zamanda jeopolitik etkisini hissettirmeye devam ediyor. Bunun en son örneğini Kafkaslarda gördük. ABD Başkanı Trump'ın arabuluculuğunda, Azerbaycan ile Ermenistan arasında 8 Ağustos'ta imzalanan barış anlaşması, Güney Kafkasya'da yeni bir dönemin kapısını araladı. ABD'nin bu son hamlesi, Zengezur Koridoru'nu “TRIPP” adı altında yeniden tanımlayarak küresel ticaret yolları üzerindeki dengeyi köklü biçimde değiştirmeyi amaçlıyor. Washington'da imzalanan mutabakat, ABD'ye 2125 yılına kadar işletme yetkisi tanımasıyla beraber bölgedeki güç dengesini ABD lehine konsolide eden bir adım niteliği taşıyor. Bu girişim, Avrupa'nın Hindistan üzerinden geliştirmeye çalıştığı 'Orta Koridoru'n önünü kesmeyi, aynı zamanda Çin'in Kuşak ve Yol İnisiyatifi'ni gölgede bırakmayı hedefliyor. Türkiye açısından bakıldığında, Azerbaycan ve Orta Asya'ya doğrudan kara bağlantısının açılması stratejik bir kazanım olarak öne çıkarken, Rusya ve İran'ın tepkileri ise yeni jeopolitik gerilimleri kaçınılmaz kılacak gibi.