2025 Yılında Dikkatler Asya'da Olacak
2025 Yılında Dikkatler Asya'da Olacak/ Nasıl Bir Ekonomi-05.05.2025
Asya bölgesinin küresel sahnedeki ekonomik ve jeopolitik ağırlığı her geçen yıl giderek artıyor. Küresel ekonominin içinden geçtiği bu dinamik süreçte özellikle 2025 yılı bölgede risklerin ve fırsatların iç içe geçtiği karmaşık bir döneme işaret ediyor. Bu belirsizlik ortamında en dikkat çeken unsur Asya'nın makroekonomik temellerinin gücünü koruması. Çin, Japonya, Hindistan dünyanın en büyük ekonomileri arasındaki konumları ile ön plana çıkıyor.
Bu dönemdeki en ilgi çekici noktalardan birisi Asya bölgesinin küresel çaptaki birçok ekonomik göstergede ilk sıralara tırmanmaya başlaması. 2030 yılına gelindiğinde, dünya çapındaki orta gelirli hane halklarının üçte ikisinin Asya'da bulunacağı öngörülüyor. İmalat sanayindeki katma değer üretiminin yarısından fazlası da halihazırda Asya'da gerçekleşiyor. Günümüzde küresel ekonomik büyümenin ve dünya ticaretinin yarıdan fazlası yine Asya ülkeleri tarafından gerçekleşiyor. Üstelik, bu ticaret hacmi her yıl küresel ortalamanın üzerinde bir hızda artıyor.
Yeni ortaya çıkan ticaret koridorları gerçekleşmekte olan dönüşümün en somut işaretlerinden biri. Dünyanın en büyük ticaret hacmine sahip 20 ticaret koridorundan 13'ü Asya kıtasına bağlanıyor. Bu durum, Asya'nın giderek derinleşen küresel entegrasyonunu ve stratejik önemini gözler önüne seriyor. Vietnam–ABD, Hindistan–Japonya ya da Hindistan–Orta Doğu eksenindeki ticaret ilişkileri, klasik doğu–batı yönelimli akışın ötesine geçen yeni çok kutuplu bir düzenin doğmakta olduğunu gösteriyor. Orta Doğu ülkelerinin yükselen yatırımları da bu denklemde dikkate değer. Asya sermayesinin Körfez'e, Körfez sermayesinin ise Asya'ya dönük karşılıklı yatırımlarını artık “yeni normal” olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu yeni dönemde sermayenin yanı sıra yetenek, bilgi ve yönetim becerileri de sınır ötesine taşınıyor.
Çin özelinde değerlendirdiğimizde, ekonomik büyümenin hala küresel ortalamaların üzerinde seyrettiğini, ancak iç talepte zayıflıkların bulunduğunu görüyoruz. Tüketici güvenindeki düşüş, özellikle emlak sektöründeki çöküşle bağlantılı olarak ciddi bir kırılma yaratmış durumda. Buna rağmen Çin'in küresel büyümeye katkısı yüzde 30'un üzerinde. Bu büyüklükte bir ekonominin %4,5–5,0 aralığında büyümesi bile oldukça önemli bir gelişme. Hala son derece rekabetçi olan Çin pazarı baş döndürücü bir hızla evriliyor. Elektrikli araç pazarında her iki ayda bir yeni model piyasaya sunuluyor. Bu açıdan ele aldığımızda, Çin'de faaliyet göstermek isteyen firmalar için adaptasyon kapasitesi ve hız en belirleyici başarı faktörleri olarak ön plana çıkıyor.
Hindistan'a baktığımızda ise ilk olarak yapısal avantajlar göze çarpıyor. Genç nüfus, artan tüketim, dijitalleşme oranlarındaki artış ve düşük maliyetler, Hindistan'ın potansiyelini oluşturan temel unsurlar. Özellikle 500 gigavatlık yenilenebilir enerji yatırımı hedefi, Hindistan'ın sürdürülebilirlik vizyonunu gözler önüne seriyor. Bu potansiyelin gerçekleştirilebilmesi için iş gücü ve finans piyasalarındaki reformların hız kazanması gerekiyor. Diğer taraftan Güneydoğu Asya ülkelerinin oluşturduğu ASEAN yaklaşık 3,5 trilyon dolar toplam ekonomik büyüklükle bölgedeki diğer bir güç merkezini oluşturuyor.
Asya dijital dönüşüm sürecinde de dünyanın en hızlı ilerleyen bölgelerinin başında geliyor. Bu alanda yapay zekaya ise son dönemdeki en hararetli tartışma başlıklarından biri. Çin merkezli DeepSeek firmasının çok daha düşük maliyetle ABD merkezli OpenAI'a rakip bir büyük dil modeli geliştirmesi, yapay zekâ alanında kritik bir kırılma anı olarak değerlendiriliyor. Hindistan da yapay zekâ ve bilişim teknolojilerinde ön plana çıkan bir ülke olarak dikkat çekiyor. Diğer taraftan enflasyon, tedarik zincirlerinin dayanıklılığı, yeni pazarlara yönelik stratejik yönelimler, dikkat edilmesi gereken başlıklar arasında.
Asya bölgesinin düşük iş gücü maliyetlerine dayalı olarak imalat ürünlerini Batı pazarlarına ihraç ettiği klasik model, küresel ekonomik yapı içinde artık değişmiş durumda. Günümüzde Asya ülkeleri birçok alanda önemli ilerlemeler kaydediyor. Küresel ekonominin ağırlık merkezi gün geçtikçe Asya kıtasına doğru kayıyor. Ancak ABD'nin yeni yönetiminin bu küresel eğilimi pek kabullenme niyetinde olmadığı aşikâr. ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşları Trump'ın yeniden ABD Başkanı seçilmesi ile tekrar şiddetlendi. Geçtiğimiz haftalarda ABD Çin'den ithal edilen ürünlere yönelik gümrük vergilerini yüzde 145 gibi rekor seviyelere çıkardı. 301. Bölüm kapsamındaki belirli ürünlerde vergi oranları yüzde 245'e kadar artırıldı. Çin de buna karşılık ABD'ye uyguladığı gümrük vergilerini yüzde 125'e yükseltti. Bu sefer her iki taraf da geri adım atmamakta kararlı görünüyor. Bir diğer bir noktada ise, Çin ekonomisinin orta gelir tuzağı ile karşı karşıya kalıp kalmayacağı konusunda tartışmalar devam ediyor.
Bu gelişmelerin ışığında, karar alma sürecinde bulunan politika yapıcıların tercih edecekleri stratejiler ve bu stratejilerin sahaya yansıyan sonuçları, Asya bölgesinin mevcut ekonomik ve ticari dengelerinde köklü değişimlere yol açabilecek bir potansiyel barındırıyor. Küresel ölçekte en büyük iki ekonomi olan ABD ile Çin arasındaki stratejik rekabetin bölgesel bütünleşme süreçleri ve tedarik zinciri dinamikleri açısından nasıl bir etki doğuracağı uluslararası ekonomi çevreleri tarafından dikkatle izleniyor. Bu çekişmenin Asya'nın ekonomik geleceğini ne yönde şekillendireceği ise belirsizliğini koruyor.