SKDM'ye Doğru Geri Sayım Başladı
Çağımızın en önemli sorunlarından biri olan iklim değişikliği ile mücadele kapsamında Birleşmiş Milletler öncülüğünde birçok girişim söz konusu. İklim değişikliği ile mücadele sürecinin ivme kazandığı bir dönemde sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı tüm dünya tarafından kabul edilmiş ortak bir hedef olarak karşımıza çıkıyor. Çevresel etkilerinin yanı sıra ekonomik olarak da ciddi sonuçları olan iklim değişikliği krizinin çözümü için dünyamızda kapsamlı bir yeşil dönüşüme ihtiyaç duyuluyor.
Son dönemdeki jeopolitik gelişmeler ve enerji sorunu ile birlikte yeşil dönüşüm konusu gündemde geri planda kalmış gibi görünse de özellikle Avrupa Birliği tarafından bu alandaki çalışmaların son sürat sürdürüldüğünü görüyoruz. Geçtiğimiz mart ayının ortasında AB Konseyi üye ülkelerin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) konusunda anlaştıklarını duyurdu. Yapılan açıklamada, çevreyi korumak için hazırlanan söz konusu mekanizmanın temel amacının karbon kaçağını önlemek olduğuna vurgu yapılıyor. SKDM ile ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadele için karbon fiyatlandırma politikaları oluşturmaya yönlendirildiğine dikkat çekiliyor. Bu durumun karbon yoğun ürünlerin AB'ye ithalatını hedef aldığının altı çiziliyor. Değeri 150 Euro'dan az olan mallar ise SKDM kapsamında yer almayacak. Varılan bu anlaşmanın düşük karbonlu ekonomiye geçiş sürecini hızlandıracağı değerlendirmesi yapılıyor.
Bu gelişme ülkemizi de yakından ilgilendiriyor zira AB ülkemizin en büyük bölgesel ticaret ortağı konumunda. SKDM kapsamında ilk etapta sürece dahil edilecek olan sektörlerden çimento, demir-çelik, alüminyum ve gübre sektörlerinde de Türkiye'nin AB'ne önemli miktarda ihracatı bulunuyor. Düzenleme kapsamında enerji yoğun sektörlerde karbon emisyonunun azaltılmasını hedefliyor. Bir başka ifadeyle SKDM, AB tarafından uygulanan Emisyon Ticaret Sistemi'nin (ETS) AB dışına genişletilmesi olarak değerlendirilebilir. ETS ile AB'de 2005 yılından bu yana petrol ürünleri, kimyasal ürünler, kağıt, çimento, demir-çelik, elektrik ve havayolu taşımacılığı gibi sektörlerde karbon fiyatlandırma mekanizmaları uygulanıyor.
1 Ocak 2023 yılında yürürlüğe girmesi planlanan SKDM kapsamında üç yıllık bir geçiş dönemi söz konusu olacak ve bu dönemde işletmelere öncelikle karbon emisyonunu raporlama yükümlülüğü getirilecek. Bu zaman zarfında karbon emisyonuna ilişkin verilerin toplanarak analiz edilmesi planlanıyor. 2026 yılından itibaren ise düzenlemenin vergisel boyutunun devreye girmesi hedefleniyor. Bu tarihten itibaren, karbon fiyatlandırma sistemine sahip olmayan ülkelerden AB üyesi ülkelere gerçekleştirilecek yüksek emisyonlu ürünlerin ithalatı karbon vergisine tabi tutulacak. Böylece AB üyesi ülkelere ihracat gerçekleştiren işletmelerin ek bir maliyet ile karşılaşması söz konusu olacak. Ancak, ihracatçı ülkelerde bir karbon fiyatlandırma sisteminin bulunması durumunda, ödenecek bedelin SKDM kapsamında hesaplanan vergiden düşülmesi öngörülüyor.
Bu açıdan değerlendirildiğinde, geçiş döneminin başlamasına 8 aydan az bir süre kalan SKDM sistemi ile öngörülen değişikliklere uyum sağlanması ihracat alanında rekabet gücümüzü koruyabilmemiz açısından önem taşıyor. Ülkemizde de yeşil dönüşüme yönelik hazırlıkların hızlandığını görüyoruz. Bu konuda farkındalığın artırılması, sanayinin bu dönüşüme hazırlanması, atık ve geri dönüşüm sistemlerinin geliştirilmesi, yenilenebilir kaynaklardan elde edilen enerji oranının artırılması gibi başlıklar ön plana çıkıyor. Bu sayede bir tehdit gibi görünen SKDM sürecinin ülkemiz açısından fırsata dönüştürülmesi mümkün.
Öte yandan, jeopolitik risklerin önümüzdeki dönemde iklim değişikliği ile mücadelede bazı zorluklara sebep olabileceği de değerlendiriliyor. Enerji güvenliğine ilişkin riskler, enerji dönüşümünü olumsuz etkileyerek yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişi daha maliyetli ve daha karmaşık bir hale dönüştürebilir. Bu da yakın zaman diliminde yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişi zorlaştırabilecek bir gelişme olur. Bazı ülkelerin kısa vadeli acil enerji ihtiyaçlarını karşılayabilmek için yakıt olarak kömürün kullanıldığı termik santralleri tekrar faaliyete geçirme kararı aldıklarını görüyoruz. Ayrıca, kobalt, paladyum, nikel gibi yeşil dönüşüm için kritik öneme sahip emtia fiyatlarında yaşanan dalgalanmalar süreci olumsuz etkileyebilecek diğer bir husus olarak karşımıza çıkıyor.
Bu gelişmeler enerji dönüşümü için ülkelerin biraz daha zamana ihtiyaç duyduğuna işaret ediyor. Diğer taraftan, jeopolitik riskler nedeniyle ülkelerin enerji konusunda daha bağımsız bir konuma gelmek istemesi bu konuya daha fazla odaklanılmasına da neden olabilir. Bu durum enerji dönüşümü ve yeşil ekonomiye geçiş süreçlerini hızlandıracak bir etki oluşturabilir. İklim değişikliğinin bir çevre olayı olmasının yanı sıra aynı zamanda küresel çapta finansal bir risk unsuru olduğu ve sorunun çözümü için zamanın giderek azaldığı gerçeği ise küresel ajandanın en üst sıralarında çarpıcı bir şekilde yerini almış durumda.